Mülga

Geçen haftanın en çok konuşulan, daha da konuşulacak olan TEOG konusu bana çocukluğumu hatırlattı.

Benim çocukluk, gençlik yıllarımda böyle TEOG-MEOG yoktu.

Bana da bu konu sınavları değil, bambaşka bir şeyleri çağrışım yaptırdı.

Ben çocukken Ankara, 300-400 bin nüfuslu bir memur kenti idi.

Eğlence dünyamız çok çeşitli değildi.

Tiyatro, sinema, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası konserleri, hayatımızın ayrılmaz bir parçasıydı.

Biz bu etkinlikleri entelektüel bir etkinlik olarak görmezdik.

Bunlar bizim yaşam biçimimizin vazgeçilmez bir parçası idi.

Arkadaşım Osman’la sabahın köründe Devlet Tiyatrolarının gişeleri önünde kuyruklara girdiğimizi, hâlâ, burnum sızlayarak hatırlıyorum.

Cevat Fehmi Başkut’un unutulmaz tiyatro oyunu, “Buzlar Çözülmeden”i tiyatroda gördüm mü bir türlü hatırlayamadım.

Ama baş rolünde geçenlerde vefat eden Fikret Hakan’ın oynadığı filmini hiç unutmadım.

Daha sonra aynı filmi Kemal Sunal da çevirdi ama o oyuna çok grotesk bir yorum getirmişti.

Efendim, oyunun konusu şu idi:

Akıl hastanesinden kaçan bir kaç deli, karlı bir kış günü yürüyerek, yolları buzdan kapanmış bir kasabaya geliyorlar.

Kasaba halkı o sırada atanacak yeni kaymakamlarını bekliyor.

Fikret Hakan’ın canlandırdığı deli, paltosu, fötr şapkası, kelli-ferli fiziği ile kaymakamı andırıyor.

Bu nedenle kasabalı onu yeni kaymakam gibi karşılıyor, koltuğa oturtuyor.

Sevimli delimiz kaymakam rolüne çabuk alışıyor.

Kasabaya nizamat vermeye başlıyor.

Kendince beğenmediği ama bürokratların “aman efendim yasalar” dedikleri uygulamaları tek tek kaldırıyor.

Fikret Hakan’ın yasa, yönetmelik, kural denilen şeyleri, gözlerinde çılgın bir bakışla, “mülga!” diyerek ortadan kaldırması hiç gözümün önünden gitmiyor.

Delimiz böyle “ilga ettiği” yani ortadan kaldırdığı uygulamalarla, kasabaya yepyeni bir yö- netim biçimi getiriyor.

Yazarımız Cevat Fehmi Bey, bu oyunu kaleme aldıktan yarım yüzyıl sonra, Türkiye’nin tü- münün böyle “mülga!”larla yönetileceğini aklına bile getirmemiştir kuşkusuz.

Tayyip Bey televizyonda “BEN TEOG’u istemiyorum”, ‘’Başbakana, Bakana söylerim, olur biter’’ dedi.

Benim de gözümün önüne Fikret Hakan’ın “mülga!”sı geliverdi.

O da ilga ettiği şeylerle ilgili hiç kimseye danışmıyor, yerine getireceği şeyleri kimselerle paylaşmıyordu.

Bu çağrışımı yaparken, Tayyip Bey’i “Buzlar Çözülmeden” oyununun kaymakamı gibi gördüğümü zinhar düşünmeyin.

(Sayın savcılar, lütfen siz de öyle düşünmeyin. Ben bir yönetim biçimini hatırladım sadece)

Tayyip Bey’in yönetim anlayışı böyle.

Kişiliği bunu gerektiriyor.

En iyiyi, en doğruyu kendisinin bildiğini düşünüyor.

Egosu öyle gerektiriyor.

Her şeyin kendisi ile doğrudan ilgisini araştırıyor.

Bakın geçen gün, Amerika’nın YPG’ye verdiği silahlarla ilgili olarak ne dedi:

“Bu silahları veriyorsunuz ama ya sonra onları “BANA” karşı kullanırlarsa ne olacak?”

Tayyip Bey “Bize” karşı demiyor, “Türkiye’ye karşı” demiyor.

Doğrudan “BANA karşı” diyor.

Kendisini böyle algılayan bir kişinin devleti “mülga”larla, “bunu istemiyorum”larla, “şunu kaldırdım, bunu getirdim”lerle yönetmesi sizce de doğal değil mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar