Mutluluk ama nasıl?

Fenerbahçe Şampiyonlar liginden elendi, mutsuzluğumuz daha da arttı.

“Behey adam, memlekette kan gövdeyi götürüyor sen hala böyle kıytırık şeylerden söz ediyorsun!” diye çıkışanlar olacaktır.

Onlardan birkaç satır daha okumalarını rica ediyorum.

Bilimsel araştırmalar mutluluğun bulaşıcı olduğunu gösteriyor.

Mutluluk, durgun havuza atılmış bir çiçeğin dalgası gibi bir noktadan başlayıp halka halka daha geniş alanlara dağılabiliyor. Her yerde güler yüz gören insanların da yüzü gülmeye başlıyor.

Bu yüzden, birlikte çalıştırken, o dönemde Fenerbahçe yönetimine de girmiş olan Uğur Dündar’a, “Haydi artık toparlanın, memlekettin mutluluğu için Fenerbahçe’nin başarılarına ihtiyaç var!” derdim.

Beşiktaşlı olduğum halde bunu söylerdim. Çünkü Fener’in daha fazla taraftarı vardı ve ülkede mutluluk salgını başlatma olasılığı daha yüksekti.

Biz Beşiktaşlılar ise kötü yönetimlerin elinde hırpalana hırpalana “mazoşizm”i bir yaşam biçimi haline getirmiştik.

Hani geçen hafta Albert Camus’nün bir karakterinin ağzından “Mutlu olmak değil benim istediğim, bilinçli olmak sadece” diye yazmıştım ya.

İşte o bizdik!

***

Mutluluğın bulaşıcı olduğu bilimsel gerçeğinin tersi de doğru maalesef: Mutsuzluk da bulaşıcı.

Asılan suratlar, diğer suratların da asılmasıyla geri dönüyor.

Türkiye şu sıralar mutsuzluk salgınıyla boğuşmakta. Güzel haber yok gibi; kötü şeyler birbirini izliyor, insanlar birbirlerine tatsız şeyler anlatıyorlar…

Ve mutsuzluk dilden dile…

Zaten harcımızda mutsuzluğun serpilmesine olanak sağlayan şeyler var: Ekonomik zorluklar, eşitsizlikler, hukuksuzluklar, değer çatışmaları, cinsel bunalımlar…

Beklentilerin gerçekleşmemesi, en yaygın mutsuzluk nedenlerinden birisi imiş. Türkiye şu anda öyle bir ülke.

Bu yaz hemen hiç kimsenin beklentisi gerçekleşmedi. Hayal kırıklıklarının haddi hesabı yok.

Güvenilen dağlara kar yağdı.

İnsanlar yüksek sesle gülmeye utanıyorlar…

Mutluluk makamına geçebilme için bir şekilde bu döngüyü değiştirmek gerekiyor.

Ama nasıl?

***

Mutsuzluk dönemlerine katlanmanın çaresini daha çok dine sığınmakta bulmuştur insanlık. Egemenler de bunu kışkırtmışlardır.

Mademki, dine göre, bu dünya fani dünyadır, esas dünya değildir, o halde “dünya derdi”ni fazla büyütmek hem hatadır, hem de günah.

Bazıları acı gerçeklerden düşlerle “kaçış”ın yollarını ararlar.

Günümüzde bu, “popüler kültür” adı altında kocaman bir endüstriye dönüşmüştür.

Dijital teknoloji, kaçılabilecek yerlerin sayısını müthiş arttırmıştır.

İçki ve uyuşturucu da bir çeşit kaçış aracı olabilir.

AKP hükümetlerinin tüm baskılarına rağmen, belki de bu yüzden, son 10 yılda “dumanlı kaçış”ın türleri artmıştır.

Ne var ki, bunun bir ertesi sabahı vardır: Mide bulantılı ve baş ağrılı ertesi sabahı.

Ben, gazete manşetlerine katlanamaz hale geldiğimde, felsefeye, edebiyata ve tarihe sığınırım.

Güncel haberler içimi kara dumanlarla dolduruken, tarih bana iyilerin çoğu kez eninde sonunda kazandığını hatırlatır.

Ama, bence, en iyisi, hayatın ve toplumun içine karışıp olumlu bir şeyler yapmaktır.

Havuzun içine düşen o çiçek olmaya çalışmaktır.

Öyle ki, bireysel mutluluk insanın hayatının en önemli amacı ve takıntısı olmaktan çıksın.

Yalnız kendi mutluğunu düşünenlerin mutlu olması imkansızdır.

Şükran ışığı başkalarından yansıyarak düştüğünde insanı mutlu eder.

Önceki ve Sonraki Yazılar