Mutluluk ve sorumluluk

Pazarları “inadına mutluluk” yazılarına devam ediyorum. İnadına, çünkü gündeme ters düşüyor.

Geçen gün Ege ve Akdenz sahilerinde tatile çıkan kesimin bu yaz çok neşesiz ve karamsar olduğundan söz etmiştim. İstanbul’da da durum farklı değil. Canlar sıkkın, işler iyi gitmiyor.

Durum böyle olunca, mutluluk üzerine yazmak, kimilerine, Polyanna’cılık yaparak kendini aldatmak gibi görünebiliyor.

Oysa ilgisi yok: Mutluluk, modern toplumların daima gündemindedir. Gündemindedir ama, basmakalıp sözlerin ötesinde pek tartışılmaz.
Tüm siyasi ideolojiler amacın insanların mutluluğu olduğunu söylerler. Bu, genellikle yalandır; asıl amaç partiye egemen olanların mutluluğudur.

Tüm dinler, keza, amacın insanların mutluluğu olduğunu ilan ederler. O da genellikle doğru değildir; dinler, daha çok, bu dünyaya ilişkin
mutluluk taleplerinin öbür dünyaya havale edilmesinin ikna aracı olarak kullanılırlar.

Sonuçta, insanların çoğu kendilerine verilmiş olan tek ömrü mutsuz tamamlayıp bilinmezlik alemine göçerler…

Bunu onmaz bir israf saydığım için mutluluk konusuna önem veriyorum.

***

Bundan önceki iki yazıda şunları belirtmiştim:

1. Eskiden göksel (ilahi) bir konu olarak görülen mutluluk Aydınlanma ile birlikte yeryüzüne indi; tanrıların ve meleklerin sorunu olmaktan çıkıp bireylerin sorunu haline geldi. Kuşkusuz, bu çok önemli bir sıçramadır.

2. Bu arzu 18. Yüzyıl’dan itibaren “mutluluk arama hakkı” şeklinde siyasi belgelere de girmeye başladı. Fransız Devrimi’nin büyük ilkeleri olarak dünyayı dönüştüren “Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik” ile içiçe geçti. Zamanla, insanların kendilerini yönetenlerden mutluluk talep etmesi olağan sayılır hale geldi.

3. Kapitalizmin ilerlemesi ve tüketim toplumunun yayılması ile birlikte “mutluluk talebi” de metalaştı, ticarileşti, yer yer “bilimsel”leşti.
Bugün Batı’da pek çok üniversitede mutluluk konusu mülti-disipline bir biçimde araştırılıyor, okutuluyor Yalnızca psikolojinin, sosyal psikolojinin ve sosyolojinin değil, aynı zamanda psikiyatrinin, nörolojinin, genetiğin ve tabii felsefenin ilgi alanı içinde sayılıyor.

İnsanlık sekülerleştikçe, öbür tarafta vadedilen “ebedi mutluluk”tan çok, bu taraftaki geçici mutluluk meselesine daha çok kafa yoruluyor.
“Ben kendi seçmediğim şu somut koşullar altında yaşadığım sınırlı hayatı nasıl daha anlamlı kılabilirim?” sorusu felsefi ve ticari türevleriyle zamanımızın en büyük sorularından biri olarak karşımızda durmakta….

***

Bizim kuşak Albert Camus’nün bir karakterinin söylediği şu cümleden çok etkilenmişti:
“Mutlu olmak değil artık istediğim, bilinçli olmak sadece,”

Camus’nün “bilinçli olmak”tan kastı, insanın evren içindeki “saçma” durumunun farkında olmaktı. İnsan, içinde bulunduğu konumu sorguluyor, ama net cevap alamıyordu. Bu yanıtsızlık, aslında, bireyin karşısına müthiş bir özgürlük alanı çıkarmakta ve onu sorumlu kılmaktaydı.
Artık her şey gibi mutluluk da kendi elindeydi…

Şu mutsuz yaz günlerinde, şaşkın, “Peki, ben ne yapmalıyım?” sorusunu soranlara “Sisyphus Efsanesi”ni okumalarını öneririm. Kısacık bir kitaptır.

Önceki ve Sonraki Yazılar