Ne yapmalı? -2-

Haziran Ayaklanması’na doğru ilerlediğimiz günlerde, AKP iktidarı ve Fethullahçı koalisyon ortakları meydanı düzlediklerini düşünüyordu.

Bir Amerikan projesi olarak yaratılan ve iktidara taşınan AKP, ‘Ergenekon’ adı verilen tasfiye harekatının ardından kendini hakikaten iktidar zannetmeye başladı.

İpinin ABD’ye bağlı olduğunu unuttu.

Suriye’de şeriatçı katiller beslenip büyütülüyor, Osmanlı hayalleri görülüyordu.

Kuzu rakı içmiş, dağa kurt avlamaya çıkmıştı!..

İktidar öyle küstahlaştı ki, ‘sol’ liberallerin bütün allama-pullama demagojilerini hızla boşa çıkardı.

Toplumsal muhalefete, işçilere, yoksullara, doğaya karşı tam bir taarruz dönemi başladı.

Tekel işçilerinin direnişini, Karadeniz’deki HES isyanlarını hatırlayın.

Toplumsal hayatın baskılanması ve dincileştirilmesi, kadınların aşağılanması, gençliğin cendereye alınması...

Tüm bunlar büyük bir öfke büyütüyordu...

***

İşler Taksim Meydanı’nda düğümlendi. Taksim çevresinde büyük bir rantsal dönüşüm projesi alttan alta sürüyordu.

Taksim halktan arındırılacak, devasa bir turizm ve rant bölgesine dönüştürülecekti. Büyük mücadeleler sonucu kazanılan 1 Mayıs Alanı, sırf bu yüzden bir kez daha yasaklandı.

2013 1 Mayıs’ı tomalarla, gazlarla geçti. Hemen ardından RED Dergisi’nin kapağına “Bizim rahat yürüyemediğimiz yerde hiç kimse istirahat edemez!” diye yazmıştık.

Bu bir ruh halini anlatıyordu ve patlamanın habercisiydi.

Patlama yine Taksim’de gerçekleşti. İktidar, 1 Mayıs’ı yasakladıktan hemen sonra orada devasa bir ucube inşa edebileceğini düşünecek kadar ahmaktı!

Evet, öfke Taksim’de patladı. Halk kuvvetleri ve sol bir bütün olarak Taksim’de sahneye çıktı...

***

Bir patlama olacağını öngörüyorduk ama bu kadar büyüğünü kimse tahmin etmiyordu.

Toplumun düşünen, algılayan, haysiyetli kesimleri sokağa çıktı ve kendiliğinden ‘Hükümet istifa!’ talebini dillendirmeye başladı.

Yıllarca politikayı en fazla birbirine yapmış olan sosyalist sol, birden bire halka liderlik göreviyle yüz yüze kalmıştı.

O süreçte sosyalist solun genel olarak sorumlu davrandığını, hareketi anlamaya, liderlik etmeye ve elinden geldiğince ezdirmemeye çalıştığını söyleyebiliriz.

Ne var ki, milyonlarca insanı sokağa döken dalga, sosyalist solun boyunu fazlasıyla aşıyordu.

Sendikaların başına çöreklenmiş bürokrasi ise örgütlü işçileri dizginliyor, kent meydanlarına yığılmış hareketi yalnız bırakıyordu.

Ve önemli bir kitleselliğe ulaşmış olan Kürt hareketi tam bir ikilemle karşı karşıyaydı...

***

O güne dek AKP iktidarıyla ‘çözüm’ arayan Kürt hareketi de, hiç kuşkusuz, Haziran Ayaklanması karşısında şaşkınlık yaşadı.

Çok değil, iki hafta önce, ‘görüşme masası’na halel gelmesin diye Reyhanlı bombalamasında hükümete toz kondurmamışlardı.

Şimdi Haziran Ayaklanması karşısında ani bir tercih yapmak zorundaydılar.

Kürt hareketi ‘istikrar’ı belirsizliğe tercih etti. 1 Haziran itibarıyla değil ama hemen ardından Selahattin Demirtaş Gezi’de darbeyi gördü!

“İlk üç gün iyiydi ama sonra ortam bozuldu” söylemi böyle yayıldı...

Bu tutum bir paradigmanın sonucuydu: Görüşme notlarında açıkça MHP ve CHP’yi faşist partiler olarak niteleyen Abdullah Öcalan, çözümün tek muhatabı olarak AKP’yi, tabii fiilen görüşmeleri yürüten MİT’i görüyordu.

Bir taraftan aynı MİT Paris’te PKK’nin en önemli kadın figürünü öldürüyordu. Ne olduğunu bilemiyorduk...

Bu atmosferde, AKP iktidardan devrilirse, ‘süreç’ kiminle yürüyecekti?

Kürt hareketinin liderliğine göre, başka muhatap yoktu...

***

Yine de Haziran’daki büyük öfke patlaması büyük kentlere yığılmış Kürt nüfusu, özellikle gençleri sokağa döktü.

Soldan, CHP’den, türlü türlü ulusalcılardan, hatta MHP’den etkilenen çoğu genç bir nüfus sokaktaydı.

Kadınlar hareketin en önündeydi.

Hareketin hedefi iktidarın alaşağı edilmesiydi...

Halkın o sırada işini bitiremediği AKP iktidarı, bugün öncelikle Kürtleri, ama esas olarak tüm halk muhalefetini hedef alan bir saldırı sürecine imza atıyor...
(Devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar