Ne yapmalı? -3-

Haziran Ayaklanması gerçek bir kırılma noktasıydı. 2013 Haziranı, Türkiye toplumunda bıraktığı derin izlerin yanı sıra, sol hareketin şekillenişi bakımından da belirleyici bir süreci başlattı.

Ayaklanma, ABD tarafından kurulmuş ve iktidara taşınmış hükümetin giderek küstahlaşan haline karşı bir öfke patlamasını ifade ediyordu ve toplumun ayık kesimlerini sokağa döktü. Özellikle büyük kentlerde, yoksulluktan, baskıdan, yolsuzluktan, yağmadan ve tüm bunlara bağlı olarak iyice saçma hale gelen İslamcı uygulamalardan bunalan milyonlar korku duvarını yıktı, kent meydanlarını ele geçirdi. Bu geniş ve çoğunluğu yoksul kitle içinde kendine ‘Kemalist’ diyeninden sosyalistine, MHP sempatizanlarından öfkeli Kürt gençlerine kadar geniş bir yelpaze vardı. Gençler ve kadınlar harekete damgasını vuruyordu.

Bu durumda Kürt hareketi ve HDP tam bir yol ayrımına geldi. Ya AKP iktidarının yıkılmasına omuz vereceklerdi ya da ‘çözüm’ bekledikleri müzakere sürecini ne pahasına olursa olsun AKP’yle birlikte götüreceklerdi. İkincisini tercih ettiler. Haziran Ayaklanması’na hatırı sayılır bir Kürt nüfus katılmış olmasına rağmen, Kürt hareketinin liderliği müzakere masasını kollayan bir tutum içine girdi.

***

Ele geçirilen Taksim Meydanı, siyasetin aynasıydı. Kürt hareketi, milyonların talebi olan ‘Hükümet İstifa!’ sloganına sahip çıkmak yerine, Abdullah Öcalan posterleriyle, Öcalan’a tezahürat yapan sloganlarıyla Meydan’daki sembolik varlığını kendi gündemi doğrultusunda pekiştirdi. İktidarı karşısına almaktan özenle kaçındı.

Türk milliyetçiliğini kaşıyarak ayaklanmayı parçalamak isteyen güçlere gün doğmuştu. Taksim ele geçirildikten bir hafta sonra yapılan mitingde ciddi bir provokasyon girişimi yaşandı. Yüzbinlerce insanın bulunduğu mitingde güneş gözlüklü kalabalık bir grup, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” sloganıyla kitleyi galeyana getirmeye ve HDP’lilere saldırtmaya kalkıştı. Bunu sosyalistler ve kitlenin genel sağduyusu engelledi.

Ne var ki, Haziran Ayaklanması’nın içindeki kırılma artık olgunlaşıyordu. Halkın iktidarı yıkma iradesi bölünüyor, Haziran zayıflıyordu.
Nitekim, hemen akabinde iktidarın büyük saldırısı geldi ve kendiliğinden harekete geçen kitleler, yine kendiliğinden geri çekilmeye başladı...

***

Kürt hareketinin tercihleri onaylanmasa bile anlaşılabilir. Bu hareket uzun yıllar boyunca savaşmış, büyük kayıplar vermişti; Kürtlerin demokratik taleplerini içerecek adil bir barış için müzakere yürütmek istemesi doğaldı.
Ne var ki, muhatapları demokratik bir karaktere sahip değildi ve bütün siyasi adımlarını takiyye üzerine kuruyordu. Bu iktidardan siyanürle bile demokratik adım çıkarmak mümkün değildi. Tecritteki Abdullah Öcalan’ın “Ben kurtardım” dediği Tayyip Erdoğan, Haziran Ayaklanması’ndan ‘yırttığı’ an itibarıyla kendi diktatörlüğünün taşlarını döşemeye girişti. Bu sürecin Kürt hareketine bugün yönelen saldırıyı başlatacağı o günden o kadar açıktı ki!..
Öte taraftan, Kürt hareketinin ülke genelinde bir etki yaratmak üzere oluşturduğu siyasi blok, HDP, ideolojik olarak ‘sol’ liberalizmin işgaline uğradı.

İktidarın ABD-Cemaat mizanseniyle yürüttüğü ‘Ergenekon’ operasyonunun amigoları, neredeyse tam kadro halinde HDP’nin içinde yer alıyordu. Bunlar ‘Yetmez Ama Evet’ ile iktidara payandalık yapmış, iktidara yaslanıp muhalefete vuran aşağılık bir ‘solculuk’ türü geliştirmiş kadrolardı. Dizinin ilk yazısında bunların ideolojik pespayeliğinden yeterince bahsettik. Kürt hareketinin pratik belirleyiciliğine biat ederek, ideolojik zehirlerini harekete hakim kılmada pek mahirdiler. Üstelik, Abdullah Öcalan’ın Murray Bookchin gibi anarko-liberallerden esinlenerek geliştirdiği tezlere pek kolay uyum sağlayabildiler.

Bunların pratik tahribatını da hiç yabana atmayın. Kürt hareketinin Türkiye’nin sosyalist güçleriyle demokratik bir zeminde buluşmasını, daha da önemlisi Haziran’da sokağa çıkan güçlerin, o güne kadar birikmiş tüm önyargıları yıkarak yeni ve demokratik bir toplum yaratma ihtimalini önleyen bir cazgırlık örgütlediler. Bugün sürdürdükleri içi boş Kemalizm sövgüleri, ülkenin batısındaki laik, demokratik kitlelerle Kürt hareketi arasındaki düşmanlaşmayı canlı tutuyor.

Oysa Kobanê olayları sırasında Batı’daki demokratik tepkiyi yine ‘Kemalist’, ‘ulusalcı’ diye andıkları o kitleler örgütlemişti. ‘Sol’ liberallerin ittifak ve ‘çözüm’ adresi olarak gösterdiği İslamcılar ise o sırada Kobanê için IŞİD lehine katliam çığlıkları atmaktaydı...
Aslında bu doğal diziliş, ‘Ne yapmalı’ sorusunu kendiliğinden cevaplıyordu...
(Devam edecek...)

Önceki ve Sonraki Yazılar