Leyla Emeç Tavşanoğlu

Leyla Emeç Tavşanoğlu

Nerede o eski yılbaşılar

1950’li yılların İstanbul’u...
O zaman 750 bin nüfuslu, kozmopolit bir kent.
Renkli, cıvıl cıvıl…
Haliç’in güneyi daha çok Müslüman Mahallesi…
Kuzeyine geldiğiniz zaman Pera ve çevresinde yaşayanların daha çok gayri Müslim oldukları hemen fark edilir.
Hele Noel ve yılbaşı yaklaştığında bizim İstiklal Caddesi, gayri Müslimlerin Grande Rue de Pera dedikleri yol boyunca sağlı sollu dükkânlar gelin gibi süslenir.
Bizim ailede de yılbaşı yaklaşırken yapılması gereken işler vardır.
Örneğin anneyle Galatasaray ve Taksim civarına gidilecek.
İlk kapı Balıkpazarı’nın Çiçek Pasajı tarafında ünlü şarküteri Dandrino’dur.
Oradan çeşitli mezeler alınır.
Ardından biraz ötede, İngiliz Konsolosluğu’nun karşı köşesinde Kibar Pastanesi ikinci kapıdır.
Bolşevik İhtilalinde Rusya’dan İstanbul’a kaçan beyaz Rus bir ailenin işlettiği Kibar’dan mutlaka nuga ve ballı, tarçınlı, çeşit çeşit şekilli yılbaşı kurabiyeleri alınır.
Üçüncü kapı Japon Mağazası olacaktır.
Orada güzel yılbaşı çamı süsleri satılır.
Onlardan da alındıktan sonra İstiklal Caddesi üzerindeki Glorya Pastanesi’den Noel kütüğü pasta, ünlü Markiz’den de fondan çikolata alınır.
İstiklal Caddesi boyunca yürürken alaca karanlık çökmüşse Noel ve yılbaşı için ışıl ışıl süslenen dükkânların vitrinleri gözlerinizi alır.
Mutlaka Tünel tarafına inilmesi gerekmektedir.
Çünkü babaanneye Mösyö Collaro’nun mağazasından alınacakları sipariş vermiştir.
Örneğin bir kravat, bir düzine çorap gibi...
Taksim Meydanı’nda sular da ışıklandırılmıştır.
İnsanı büyüleyen ışık gösterileri yapılır.
Kimse kimseyi yasaklamaya çalışmaz.
Terörü bahane edip yılbaşı kutlamaları sevincini insanların kursaklarında bırakmak kimsenin aklının ucundan bile geçmez.
Müslimi, gayrimüslimi, pek çoğumuzun evinde mutlaka bir yılbaşı çamı süslenmiştir.
Hava karardığında çama dolanmış küçük ışıklar göz kırparcasına yanıp söner.
Bu görüntüler insanlara yaşama sevinci verir.
Bir tekimizin bile aklından öbür dünyayı beklemek geçmez.
Bu dünyada, bu dünyanın keyiflerini yaşamaktır amacımız.
Eve dönüldüğünde çamımız süslenmek için hazır beklemektedir.
İşin en keyifli yanı da budur zaten.
Büyük bir özenle, ayin düzenliyormuşçasına çam süslenir.
Dallarına ışıkları dolandırılır.
Son olarak da çamımızın altına cicili bicili kâğıtlara sarılmış hediye paketleri yerleştirilir.
Küçük aklımla yılbaşı gecesi saat on ikiyi vurmasını heyecanla beklemeye başlarım.
Çünkü âdete göre gece yarısı eski yıl gidip yeni yıl kapıdan girerken hediye paketleri açılacak, içlerinden çeşit çeşit sürprizler çıkacaktır.
Saat gece yarısını vurduğunda radyodan da bir gong sesi gelir, ardından güzel bir müzik çalmaya başlar.
Şampanya şişesi patlatılır.
Ortaya meyve tabağı getirilir.
Veee... Hediye paketlerinin açılması faslı.
Kurdeleler sökülür, kâğıtlar yırtılır.
Kutuların içinden bakalım ne ciciler çıkacaktır?
Sonra... Sonra her güzel yaşanmışlık gibi bu yılbaşı da bitecek, geride oraya buraya atılmış paket kâğıtları, kurdeleler kalacaktır.
O süslü, güzelim çam sanki hüzünlenmiştir.
Çünkü artık bir yıllığına işlevini yitirmiştir.
Bir sonraki yıla kadar kutusuna kalkacaktır.
İşte böyle sevgili okurlar.
Teknolojinin kaplumbağa adım ilerlediği altmış
yıl önceki İstanbul’da Noel ve Yılbaşı böyle kutlanırdı çoğu evde.
Ne birbirine dudak bükme, ne azarlarcasına kaş kaldırma, ne “Eyy” diye bağırma ne de orayı burayı yasaklama vardı.
Her şeye, yasaklara, dudak bükmelere ve kaş kaldırmalara karşın bu yılbaşı da güzelliklerle geçti.
Darısı yasaksız ve daha güzellerine.
Mutlu yıllar.

Önceki ve Sonraki Yazılar