Nükleer santraller truva atı mı?

ONCA yıllık çocuk hastalıkları hekimliğin boyunca hiç tiroit kanserli bir çocukla karşılaşmadım, çünkü son derece nadirdir. Ancak beyaz Rusya’da Çernobil’in yakınında 1986’dan 2001 yılına kadar 8358 tiroit kanseri vakası görülürken bunların 716’sı çocuk, 342’si ergen, 7300’ü yetişkindi. Bu sözleri Türkçeye “Nükleer Enerji Çözüm Değil” başlığı ile kitabı çevrilen Helen Caldicott söylüyor. Okumaya devam edelim: “ İngiltere’de kazadan yirmi sekiz yıl sonra ve hasarlı reaktörden 2400 km uzakta, toplam 226.500 koyuna sahip 382 çiftlik, hayvanların etlerindeki yüksek sezyum 137 seviyesi nedeniyle katı sınırlamalarla kontrol altındadır. Koyunlar etleri için satılmadan önce sezyum seviyesini düşürmek için daha düşük radyasyonlu otlaklara gönderilmek zorundadır.” Yazar insan için güvenli bir radyasyon düzeyi olmadığını da söylüyor. Yazarın da işaret ettiği gibi Türkiye de Çernobil’den zarara gören ülkeler içindedir. Ama bırakın koyunlar için kurallar getirmeyi yöneticilerimiz televizyonda çay içerek halkı radyasyonlu gıdaları tüketmeye teşvik etmişlerdi. (Kitaptan edinmek isteyenler www.yeniinsanyayinevi.com’a bakabilirler.) Yazar konuyu çok açıdan inceliyor. Küresel iklim değişikliğine çözüm olacağı yönündeki köksüz iddiaları da bir bir çürütüyor.

Şimdi Mersin, Sinop ve Kırklareli gibi tarım, balıkçılık ve doğal güzellikler gibi açılardan zengin üç ilimizde nükleer santral yapılmak isteniyor. Yap, sahip ol, işlet yöntemiyle bu santraller bu alanda iki büyük nükleer santral kazası yapmış olan Rus ve Japon şirketlerine verilmiştir. Devlet çıkan elektriği piyasadaki elektrik fiyatının yaklaşık üç katı fiyatla satın almayı garantilemiştir. Nükleer atıkların nasıl depolanacağı da ayrı bir sorundur. Sakın bu yabancı şirketler ülkemizi bir nükleer çöplüğe çevirmesin.

Halk sağlığı, tarım, doğal varlıklara olan tehditlerin yanında bu santrallar ile gelecekte de pahalı elektrik tüketmemiz ve yurt dışı bağımlılığımız garantilenmiştir! Bugünlerde dışa bağımlılığımızın ne kadar ağır sonuçları olabileceğini gördük. Onlarca yıl sonraki problemlerin tohumlarını şimdi ekmeyelim.

Şimdiden inşaat için epeyce ağaç köklenmişse de bu projelerden dönmek gene de en akıllıca iş olacaktır. Türkiye gibi güneşin bol olduğu ülkemizde güneş ve rüzgârın enerji üretimindeki payı % 6 iken Almanya’da %22’dir. Niye bu alana ekolojik açılardan sorun yaratmadan yeterli yatırım yapmıyoruz. Şüphesiz köylerin dibine, otlaklara, ormanlık alanlara rüzgâr santralleri kurulmamalıdır. Ekolojistlerin her şeye karşı olduğu doğru değil. Yeter ki her yatırım ekolojik, ekonomik ve sosyal açılardan kabul edilebilir olsun. Bugün öyle olmuyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar