“Ölmeye yatmak’’

“Ölmeye Yatmak’’, yazar Adalet Ağaoğlu’nun çok bilinen bir romanının adı.

Romanda üniversite hocası olan bir kadın, bir otel odasında, intihar etmek üzere ilaç alıp yatağa uzanır.

Yattığı yerde hayatını ve hayatı boyunca içinde bulunduğu sosyo-politik ortamı düşünür. İnsanın iç hesaplaşmasını irdeleyen çok değerli bir eserdir.

Hangi nedenle olursa olsun, açlık grevine ya da ölüm orucuna giren insanlara da ‘’ölmeye yattı’’ demek bir alışkanlık olmuştur.

“Ölüm orucunda’’ kişi hiç bir şey yemez ve içmez.

“Açlık Grevinde’’ ise metabolizmasını idame ettirecek kadar ‘’şekerli su’’ içilir.

Bir KHK ile işinden atılan, tüm gelirini kaybeden, pasaportu elinden alınan ve bunlardan daha önemlisi, ‘’onuru kırılan’’ iki yurttaşımız, üniversite öğretim elemanı Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça, bu durumu protesto etmek amacı ile ‘’açlık grevine’’ başladılar.

Ankara’nın göbeğinde, Yüksel Caddesinde, ‘’İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’’ni okuyan kadın heykelinin önünde oturup eylemlerini sürdürmeye başladılar.

Bu eyleme destek veren yüzlerce insan tek adam iktidarını oldukça korkutmuş olmalı ki, sonunda ‘’Tekel işçileri direnişi’’ ya da ‘’Gezi Parkı eylemleri’’ gibi kitlesel gösterilere dönüşür gerekçesi ile iki eylemci öğretmen önce gözaltına alındı sonra da tutuklandılar.

Bu iki aydın insanın uğradığı haksızlıklara ve onur kırıcı uygulamalara karşı, vücutlarını bir protesto aracı olarak kullanmalarına sonsuz saygı duyuyorum.

Ancak bir hekim olarak, bu eylemi desteklemem mümkün değil.

Birçok iyi niyetli insan, ‘’Bu çocuklar göz göre göre ölecek ya da sakat kalacaklar. Bunun için hekimler neden müdahale etmiyor?’’ diye soruyorlar.

Ben de bugün bu sorulara köşemde yanıt vermeyi düşündüm.

1) İnsanların vücutlarını istedikleri gibi kullanmak hakları vardır. Hekimlerin açlık grevi gibi konularda, eylemciyi kendisine olabilecek yakın ya da uzak fiziksel ve ruhsal hasarlar konusunda bilgilendirmek dışında bir gö- revleri ve yetkileri yoktur. Eylemin başında Ankara Tabipler Odası yöneticilerinin bu görevi yerine getirdiklerini gazetelerden okudum.

2) Hiç kimse, salgın yapan bulaşıcı hastalık vakaları dışında, şuuru açık olduğu durumlarda, kendi istemediği sürece zorla tedavi edilemez, beslenemez. Şuuru kapalı acil olaylarda gerekli tedavi uygulanır.

3) ‘’Haksızlığa karşı direnme hakkı’’ kutsal bir haktır. Kişi tutuklu ya da hükümlü olsa da yetkililer  açlık grevini zorla kıramaz. Kişiyi beslenmeye zorlayamaz, maddi ve manevi baskı yapamaz. Tutuklu ya da hükümlüye kurumca çıkarılan yemeklerin verilmesi zorunludur. Onu yiyip yememek direnişçinin kararına bağlıdır.

4) Açlık grevi yapan kişiler cezaevi hekimi tarafından yakından takip edilmelidir. İstedikleri kadar şekerli su cezaevi yönetimince sağlanmalı, cezaevi hekimi de buna nezaret etmelidir. Cezaevi hekimi direnişçilere yapılacak maddimanevi her tür zorlamayı, kötü muameleyi rapora bağlayarak, en kısa zamanda daha üst yetkililere bildirmelidir…

Demokrasisi sağlam ülkelerde, insanların şiddete başvurmaksızın her biçimde protesto eylemleri yapmaları olağan olduğu için, açlık grevi ya da ölüm oruçları artık görülmüyor.

Demokratik hakları baskı altında, insan hakları ayaklar altında bir ülke olduğumuz için bizde bu eylemler sıkça oluyor.

İçimiz de buna yanıyor işte!

Önceki ve Sonraki Yazılar