Süleyman Karan

Süleyman Karan

Önce bir safları seçip sıklaştırmak mı gerek?

Ne yazık ki, muhalefet partileri, tümüyle gayrimeşru bir referandumun sonuçlarını benimsemiş ve onun üzerinden politika yapar hale geliyor. Ya iç hukuktan bir iptal kararı çıkmayacağını bildiklerinden ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), ‘bu referandum tümüyle yasadışı koşullar altında yapılmış ve milyonlarca oy çalışmıştır’ kararı verse bile, bu lümpen, gerici, otoriter rejimin bu kararı tanımayacağının farkında olduklarından... Bunlar doğru, ancak her iki muhalefet partisinin de, yapabileceği pek çok demokratik muhalefet seçeneği varken, ne yazık ki bundan kaçınmaları bu teslimiyetin ana sebebi...

Laf ebeliği muhalefet değildir

Tabii ki önce ana muhalefet partisinin basiretsizliği, ya da daha net söyleyelim, meclise sıkışmış ve laf cambazlığıyla sınırlı muhalefet anlayışını eleştirmek şart oldu... Oysaki sine-i millet, böylesi bir yoz iktidar karşısında ve tarihin en büyük oy hırsızlığının yapıldığı bir referandum sonrasında en doğal hakken... Oysaki halkı sokaklara çağırıp, demokrasiye sahip çıkması için yolu açmak bir yurtseverlik göreviyken... Oysaki bu referandumu gayrimeşru ilan edip her türlü sivil itaatsizlik eylemini bizzat CHP milletvekilleri, il ve ilçe örgütlerinin başlatması gerekirken... CHP’nin bir kez daha, kurucu bir parti olarak cumhuriyete sahip çıkamamış olduğunu görmek, artık hem parti tabanında hem de seçmeninde bir hayal kırıklığı yaratmakla kalmayacak, bu kez bir isyana da dönüşecek...

Yüzde 51.41 evet çıkmadı ki!

Gelelim HDP’ye... Öncelikle milletvekillerinin hapiste rehin tutulduklarını, bölgede her türlü baskının yapıldığını, paramiliter güçlerin saldırılarına uğradıklarını ve bu sebeple önemli bir kadro sorunu yaşadıklarını göz ardı etmemek gerek tabii... Peki, ama zaten böyle yasadışı ve faşizan uygulamalara maruz kalan bir partinin, hele ki böylesi bir referandum rezaletinden sonra, mecliste kalmak yerine sine-i millete dönmesi, en azından siyaset yollarının tıkandığını dünya âleme ilan etmesi gerekmez miydi? Gerekmiyormuş demek ki! Bu tip konularda HDP’nin merkezi olmasa da taban ve sempatizanı, partisini eleştirmek yerine, güzel bir yol bulmuş. Her meselede, CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu’nu saydırarak rahatlamak! Böylece, olayı çözüyorlar! Buraya kadar, “Bu bizim gibi ülkelerde alışılmış bir siyasi davranış biçimidir” deyip geçelim ama ya kardeşim referandum sonuçları gerçekmiş gibi analizler yapmak da neyin nesidir? Sanki gerçekten de sandıktan yüzde 51.41 evet çıkmış! Bu veriyi baz alıp konuşmak, bu rezilliğe eyvallah demek değil mi? Hem de en büyük oy gaspının yaşandığı yerler Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu bölgeleriyken... Bitmedi, keşke bitseydi ama bitmedi! Önce bir milletvekili çıktı, referandumu yorumlarken, Kürtler’in önemli bir bölümünün evet dediğini ileri sürüp, bu oy hırsızlığını bilerek ya da bilmeyerek maskelemiş oldu. Bir görevden el çektirilmiş, yani koltuğu gasp edilmiş belediye başkanı çıktı, kişisel olarak başkanlığa sempati duyduğunu açıkladı! Böylece, sanki başka bir gündem yokmuş gibi, demokrasinin ırzına geçiliyorken, başkanlığın yeniden tartışılması için yol açmış oldu!

Halkın gerisinde kalan, gerilesin!

Meclis dışı muhalefete gelince, Türk sosyalistleri, CHP tabanı, büyükşehirlerdeki Kürt yurtseverleri, özgürlükçüler, sekülerler, liberaller, merkez sağın laik kesiminin bir bölümüyle MHP muhaliflerini destekleyen milliyetçilerin bir kısmı ve hatta Milli Görüş’ün AKP’ye karşı olan bazı kanatları, bu katakulliye yayın organlarında, sokakta, işyerinde, evde direndi... Ama tabii ki reel siyasetten bir destek gelmeyince, bu direniş de kısa sürede sönümlenip gitti.

Öyle ya da böyle, bu referandum öncesinde, AKP 7 Haziran’dan bu yana ilk kez bir gerileme, bir durgunluk içinde defansif bir tutum takınmıştı. Her iki muhalif parti ve Hayır Meclislerinden tutun BHH’ye pek çok muhalif hareket, MHP muhalifleri ve yurdunu seven müminler, örnek bir eylem birliği içinde müthiş bir hayır kampanyası gerçekleştirmişti. Ve bunun sonucunda AKP, ciddi bir yenilgi almıştı. Bu yenilgisini örtmek için alelacele yaptığı sandık hileleri ise dünya âleme gayrimeşru bir iktidar olduğunu ayan beyan göstermişti. Ve başta ana muhalefet partisinin çekingen ve önyargılı tutumu sebebiyle, yeniden kendini toparlama şansı ona gümüş bir tabakta sunuldu!

Üç yeni partiye ihtiyaç var

Hal buysa, yani halkın gerisinde kalan bir muhalefet, hatta bu iktidarın ekmeğine yağ süren bir muhalefet varsa, örgütlenmiş ve halkın tüm kesimlerini mobilize edecek yeni siyasi oluşumlara acilen ihtiyaç var demektir. Bana göre bu ülkeye üç parti daha gerekiyor. Bu gerçek olursa eğer, siyasetin panoraması baştan sona değişebilir. Türkiye, acil biçimde gerçek bir sosyal demokrat partiye ihtiyaç duyuyor. Hani şu 200 yıllık mücadeleden dersini almış, Eduard Bernstein ve Karl Kautsky çizgisini bu çağa uyumlaştırmış bir parti... Bu bir hayal değil, bu ülke SHP’yi gördü zamanında ve barajı aştı bu parti... Bir merkez sağ parti, ama harbiden merkez sağ, yani ırkçılık ve din bezirgânlığıyla kirlenmemiş, devletin bekçisi gibi kendini tanımlamayacak, hani böyle biraz liberal siyaset felsefesini içselleştirmiş bir kadronun kuracağı bir parti. Ne yazık ki bugüne kadar Türkiye böyle bir parti görmedi, umarım görür! Ve yine sokaklarda da kendini ispat edebilecek, bir birleşik sosyalist parti... Bunu da ne yazık ki bu ülke bugüne kadar görmedi, ama olmayacak iş değil. Üçüncüsü pek mümkün değil ama ilk iki parti barajı çok rahat geçer. Toplamda her iki partinin meclise girmesi, ne CHP’nin ne de HDP’nin meclis dışında kalmasını getirir. Evet CHP yüzde 10-15 aralığına geriler, AKP yüzde 10-15 tırpanlanır. Çok da güzel olur, yepyeni bir siyasi iklim doğar. Türkiye kazanır, insanlık kazanır!

Önceki ve Sonraki Yazılar