Onur

12 Eylül askeri darbesinden bir süre sonra, aydınlar, devrimciler, yurtsever gençler-yaşlılar işkencelerden geçer, zindanlara atılırken bir gün, çok sevdiğim, yiğit, yurtsever bir arkadaşım. o sırada yönetiminde olduğum Ankara
Tabipler Odasına, yanıma geldi. ''Uğur ben çok kötüyüm'' dedi. Dikkatle yüzüne baktım. Rengi bembeyazdı. Şakaklarından ter süzülüyordu. Elindeki kağıt mendille sürekli yüzünü, boynunu siliyordu. Ağzı kurumuş olduğundan sesi çatlak- çatlak çıkıyordu. ''Ne oldu, ateşin mi var, ağrın mı var?'' diye sordum. ''Yok, öyle bir şey yok.

 

İki gecedir uyuyamıyorum. Kendimi bayılacak, dahası ölecek gibi hissediyorum'' dedi.Oturttum,su verdim.''Anlat bakalım ne oldu?'' dedim. Anlattı. Çalıştığı devlet dairesinde, kendisinin üstü durumunda bir kadın varmış. Bu kadın 12 Eylülün geniş cuntasından bir Generalin karısı imiş. İki gün önce, kendi astı olarak çalışan memurlara karşı, haksız, öfkeli, tehdit ve hakaret dolu bir konuşma yapmış, sonra da hepsini yanından kovmuş. Arkadaşım, ''Ben o konuşmaya karşı çıkamadım; O haksızlığa, terbiyesizliğe cevap veremedim. Korktum, başımı eğip odadan
çıktım. O andan beri içim içimi yiyor. Şimdi gidip o kadına haddini bildirmek istiyorum. Aksi halde öleceğim'' dedi. Ben, onca yılın hekimi bir ruhsal travmanın, bir onur kırıklığının böylesine fiziksel bir reaksiyona yol açtığını ilk kez görüyordum. Arkadaşımı güç bela sakinleştirip evine gönderdim.

 

Türkçe sözlük ''onur'' kelimesini, ''İnsanın kendine duyduğu öz saygı'', ''Haysiyet'', ''İzzetinefis'' olarak açıklıyor. Bu da insan olmanın en temel ve vazgeçilemez unsuru oluyor. İşkence gibi ağır travmalar ve korkular, yalnızca
fiziki olarak acı vermeyi değil, asıl olarak insanın onurunu, kendisine duyduğu saygıyı yok edip, her şeyi kabul edebilir bir mahluk haline gelmesini amaçlıyor.

 

Dünyayı sarsan ''Taht Oyunları'' (Game of Thrones'' seri romanının kişilerinden biri olan bir Prense inanılmaz işkenceler yapılıyor. Düşmanı olan kişi O'na ''Sen prens falan değilsin. Senin adın ''leş'' diyor. Adam öyle dağılmış ki, kurtulup özgürlüğüne kavuştuktan sonra bile, yıkanmıyor, giysilerini değiştirmiyor ve kendisini ismi ile çağıranlara, ''Hayır, hayır benim adım leş'' diye şiddetle itiraz ediyor.

 

Bu ''insan onuru'' meselesi, TBMM'nde yapılan Anayasa değişikliği oylamalarını izlerken yeniden aklıma geldi. Hangisi olursa olsun, ''kabul'' veya ''ret'' oyunu, Anayasa ve iç tüzüğü açık hükmüne rağmen göstere göstere atan
milletvekillerinin ruh halini anlamaya çalıştım.Bu arkadaşlar (Tayyip Bey'in üç cümleden birinde söylediği gibi) ''kusura bakmasınlar''. Kendi onurlarını kendi elleri ile ayaklar altına alıyorlar. Çevrelerine, dolaylı olarak şöyle söylüyorlar:

 

''Ben güvenilmez bir insan olabilirim. Altına imzamı attığım bir teklife bile aykırı oy verebilirim. Siz beni, herhalde öyle görüyorsunuz. Ben de size hak veriyorum. Bana güvenilmeyebilinir.. Bunun için ben oyumu sizlere göstererek
kullanıyorum. Oy kabinine giren, istediği seçeneğe oy kullanan, sonra da sessizce yerine geçen kişilerin kendi onurları ile bir sorunları yoktur. Oyunu göstere göstere kullananların ise kendilerine güvenilmeyeceği konusunda bir ''öz yargıları'' olduğu da yadsınamaz bir gerçektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar