Ortaçağdan çıktık mı?

Türkiye, emperyalizme bağımlı sanayileşmesi durmuş, tarımı bitmiş, inşaat ve hizmet sektörü şişmiş, ödemeler dengesi açığıyla baş edemeyen, işsizliği tavan yapmış, feodal ortaçağ ilişkilerini ne altyapıdan, ne de üstyapıdan temizleyememiş bir ülke konumunda. 12 Eylül ve Özal’la birlikte “uçuşa geçen” ve son 13 yılda “bulutların üstüne çıkan” ekonomimizin ne yazık ki geldiği nokta budur.

Deveye “boynun neden eğri?” diye sormuşlar, “nerem doğru ki?” diye yanıtlamış. Şimdilik topraktaki eğrilikten başlayalım.

Fatih'in toprak reformu
Büyük toprak sahiplerinin yeniliğe direnişi ve iktidarları devirmeleri bize Osmanlı’nın kuruluş döneminden kalma bir mirastır. Her yıl sadece İstanbul’un Fethiyle aklımıza gelen Fatih Sultan Mehmet, aslında bir devrimciydi. Rumeli ve Balkanların fethinde feodallere karşı köylülerin desteğini aldı. İçerde ise üretim ilişkilerini toprak ağalarının aleyhine çeviren bir reforma girişti. Çıkardığı Kanunname’de “raiyyetin yeri raiyyete (köylünün yeri köylüye)” ilkesi vardır. Eski vakıf ve mülk sahiplerinin imtiyazlarına son verdi, 20 binden fazla köy ve mezraya el koyarak timarlı sipahilere dağıttı. Feodaller, yiyici vezirler, ulemanın şeriatçı kısmı bu girişime karşı koydular. İşbirlikçi yeniçeri ocak ağaları, reformun yaratıcısı Karamanlı Mehmet Paşa’yı katlettiler. Fatih’in kuşkulu ölümünün bile bu güruhun işi olduğu öne sürülür. Feodaller ve işbirlikçileri babasının yolundan gitmek isteyen Cem Sultan’ı tasfiye ettiler, babasının yasalarını kaldıracağına söz veren Beyazıt’ı tahta çıkardılar. Her şey eskiye döndü. Kanuni Sultan Süleyman, Fatih’in yolundan gitmek isteyince, aynı çete bu kez onun oğullarını babalarına karşı kışkırttı. Şehzade Mustafa ve Beyazıt’ın öldürülmelerine yol açtılar.

Cumhuriyet dönemi
Köylü milletin efendisidir” diyen Atatürk, 1936’da Meclisi açış konuşmasında şunları şöyledi: “Her Türk çiftçi ailesinin geçineceği ve çalışacağı toprağa malik olması behemehal lazımdır. Vatanın sağlam temeli ve imarı bu esastadır.” İsmet İnönü döneminde bu vasiyete uygun olarak toprakta ilk ve en önemli reform olan 1945 “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu” çıkarıldı. “Orta yolcu” gibi görünen kanuna sonradan eklenen 17. Madde devrimci nitelikteydi. Topraksız veya az topraklı, ortakçı, kiracı veya tarım işçileri tarafından işlenmekte olan arazi, üstünde çalışanlara dağıtılacaktı! Adnan Menderes, Cavit Oral, Emin Sazak, Halil Menteşe gibi büyük toprak sahipleri bu kanuna karşı çıktılar. CHP’den ayrılarak Demokrat Parti’yi kurdular. Onlar 1950’de iktidara gelince her şey yine eskiye döndü.

Ve bugün
Türkiye’de 68 Hareketi, Batı’daki benzerleri gibi sadece bir öğrenci hareketi değildi. 68’liler, öğrenci taleplerinin dışında, “tam bağımsız ve gerçekten demokratik” bir ülke istiyor, düzenin değişmesi için mücadele ediyorlardı. Yoksul köylülerin toprak mücadelesine önderlik ediyorlardı. O rüzgarı arkasına alan Ecevit’i iktidara getiren sloganlardan biri “toprak işleyenin, su kullananın” idi. Önce Milliyetçi Cephe (Demirel-Erbakan-Türkeş) hükümetleri, sonra da 12 Eylül darbesi bu gelişmenin üstünden silindir gibi geçti. Bir kez daha her şey eskiye döndü. AKP ile birlikte yandaş “yeni sermaye” gelişti, aşiret ilişkileri iktidara ortak oldu.

Yeni milletvekilleri “demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacaklarına” dair yemin ettiler. Seçimden önceki kampanyada kimseden feodalizmin tasfiyesi konusunda birşey işitmedik. En çok oyu, Türkiye’de aşiret egemenliğinin olduğu bölgelerden alan parti bu soruna hiç değinmedi. Aynı aşiretin şeflerinin ayrı partilerden aday olma geleneği devam ediyor. Aşiretler arası kan davaları, çocuk evlilikleri, kadın cinayetleri aynen sürüyor. Feodalizm çözülmeden, Kürt sorunu nasıl çözülür?
CHP’nin solunda olan ve 68 geleneğinden geldiğini söyleyen partilerden de ses çıkmadı. “Hem fabrikalar hem de toprak, herşey emekçinin malı, tufeyliye tanımayız hak, herşey emeğin olmalı” dizeleri nereye kayboldu?

Önceki ve Sonraki Yazılar