'Gastro--Anomi' veya 'Gıda konusunda her şeyi ben mi düşüneceğim?'

Sadece eğitimsiz insanlar değil, belli bir alanda uzmanlaşmış hekimler bile yakınıyorlar ve soruyorlar: “Gıda konusunda bu karmaşık bulmacayı nasıl çözeceğiz? Bunlar için zamanı nasıl bulacağız?” Kanada Toronto Üniversitesinde Gıda Güvencesi Araştırmaları Merkezi’nden Sosyolog Prof. Dr. Mustafa Koç’un yeni kitabı bu konulara da değiniyor. “Küresel Gıda Düzeni - Kriz Derinleşirken” başlığı ile Notabene Yayınları’ndan çıkan kitap çok ilginç konuları inceliyor.

Fransız Sosyolog Claude Fischler ‘gastro-anomi’ diye bir kavram ortaya atmış. ‘Anomi’, toplumsal düzeyde yaşanan kavram ve değer karmaşasını ve yabancılaşmayı tanımlamada kullanılan bir kavram. Kitaptan okuyalım:

“Gastro-anomi açlık ve yokluktan kaynaklanan ‘Ne yesem de karnımı doyursam’ tasası değil. Bilgisizlikten kaynaklanan bir çaresizlik hiç değil. Aksine; çokluğun, çeşitliliğin yarattığı, bilgi enflasyonu ile kafaların karıştığı bir toplumsal yabancılaşma. Bu yaklaşıma göre; modern toplumlarda hızlı kentleşme ile birlikte, kendi ürettiğini tüketen köylünün yerini, tümüyle pazara muhtaç kentli tüketici alıyor. Tarımdan ve topraktan kopma ile birlikte, gıda ürünlerinin üretim koşulları hakkındaki bilgisizlik de yürüyor. (Almanya’da bir makine mühendisinin bulguru buğdaydan başka bir bitki sandığını öğrenince çok şaşırmıştım. T.Ö.)… Bırakın taze çilek kokusunu; suni tatlandırıcılara ve aromalara alışan gençler taze çileğin yeterince çileğimsi, taze muzun yeterince muzumsu tat vermediğini iddia ediyorlar. Gıda maddeleri haz kaynağı olduğu kadar korku kaynağı oluyor. Korku insanları gıda sistemini daha iyi tanımaya anlamaya yol açmak yerine, adam sendeciliğe ‘nasılsa herkes ölecek, bari ağzımızın tadıyla ölelim’ çözümüne yol açıyor. Popüler öneriler  çözümü hâlâ bireyin rasyonel çözüm yapması gerektiğine inandırmaya çalışıyor. Ama yabancılaşan bireyin böyle bir çabaya gücü yok. Öte yandan piyasa mekanizması içinde rekabet kurallarının gerektirdiği koşullar işletme düzeyinde de değişime pek olanak tanımıyor”.

Koç’un da işaret ettiği gibi, bu konuda yeni örgütlenmelere gitmekte yarar var. Yoksa yeni bir cep telefonu için uzun araştırmalar ve oldukça büyük miktarlarda harcama yapan kişiler, domates seçmeye gelince en ucuz domatesi ne kadar zararlı olduğuna bakmadan satın alıveriyor. Topluluk destekli tarım grupları, ‘slow food’ grupları, Hollanda’da geliştiğini öğrendiğimiz ekolojik kooperatifler gibi birçok kuruluş ortak çabalarla gıda bulmacasının çözümüne katkıda bulunuyor. İyi domates aramak kesinlikle politik bir tavırdır. Bilim çevrelerinin önemli bir kesiminin şirketler tarafından kontrol edildiğini, üniversitelerde sanayi ile ilişkilere büyük önem verildiğini hatırlarsak, sıradan insanın “Birisi bana bunun doğrusunu anlatsın” sözü havada kalıyor. Ne yazık ki, 21. Yüzyıl beynini daha çok çalıştırmaya hazır olan insanlar talep ediyor. Bu çalıştırmayı örgütlü bir şekilde yaparsak çok iyi.

Mustafa Koç’un bu güzel kitabında, metinlerde bir yandan sızma zeytinyağının kokusunu, çikolatanın tadını hissediyorsunuz. Diğer yandan; bu ürünlerin üretimi, pazarlaması, tüketimi ile ilgili ekonomik, sosyolojik gerçekleri ve ilginç bakış açılarını anlıyorsunuz. Hem akademik eğitimi olmayanlara hem de bu konuların uzmanlarına cevap verebilmiş bir kitapla karşı karşıyayız.

Önceki ve Sonraki Yazılar