Oy'un değeri...

Yarın sandığa gidilecek.
“Seçmen” denilen yurttaşların, dört yılda bir sandığa pusula atmasını “demokrasi” diye nitelemek, bu işlemle ortaya çıkacak sonucu mutlak ve üst bir irade saymak, büyük, ama kabul etmek gerekiyor; etkili bir aldatmacadır. Bu yüzden, aldatmacadır deyip geçemiyoruz.

Genel oy, yasa önünde eşit yurttaşların, herkesi bağlayan yasaları yapacak, ülkeyi yönetecek kişileri serbest seçimlerle belirlediği bir işleyiş, bir burjuva temsil düzeneği olarak ortaya çıkmıştı. Zamanla, sermayenin sınıf egemenliğine meşruiyet üreten zarları hileli bir oyuna dönüştü.
Bugün dünyanın hiçbir yerinde, gerçek iktidar seçimle belirlenmiyor. Ekonomi, siyaset, yasama, yargı, yürütme, silahlı kuvvetler, gizli servisler seçim ve temsil düzeneklerinin, her türlü yurttaş denetiminin dışında merkezileştirilip, kurumsallaştırılmışlardır.

Bu durumun halk çoğunluğundaki yansıması ise, temsili demokrasinin sahicilik, inandırıcılık algısının aşınmasıdır. Dünyanın, hemen her yerinde seçimlere katılma oranlarının sürekli biçimde azalması, toplumsal muhalefet hareketlerinin doğrudan demokrasi istemlerini öne çıkarmaları bunu gösteriyor. Hak ve özgürlüklerin oyla değil, mücadeleyle kazanılacağı bilinci güçleniyor.

***

Türkiye’de 1950’den bu yana seçimler yapılıyor. Türkiye İşçi Partisi’nin meclise 15 milletvekili gönderdiği 1965 seçimlerinden bu yana düzen güçleri, parlamenter temsili sistemin toplumsal muhalefete, sola kapatılması noktasında anlaşmışlardır.

Yüzde 10 barajı, emekçilerin, solun parlamentoda temsilini önlemek için icat edilmiş, emsali, benzeri olmayan, yurttaşın seçme ve seçilme hakkını fiilen ortadan kaldıran “Türk usulü” bir “totaliter demokrasi” uygulaması olarak sürüp gidiyor.

Böyle bir Türkiye’de, seçimlere katılma oranının yüksek, başka ülkelerle karşılaştırıldığında çok yüksek olmasının nedenleri üzerinde düşünmemiz gerekiyor.

Burada önemli olduğunu düşündüğüm iki nedenin altını çizmek istiyorum.
Bir: 12 Eylül terörü ve hukuku, ardından gelen 13 yıllık AKP iktidarı, halkın, yurttaşın örgütlenme ve örgütlü mücadele yollarını tıkamış, siyasete katılım kanallarını kurutmuştur. Böyle bir ortamda, milyonlarca insan, siyasete katılımın elde kalan tek aracı olarak “oy”u önemsemektedir.
İki: AKP 2007, 2010, 2011, 2014’deki kritik dönemeçleri, oylarını artırmanın kendi tarafına verdiği meşruiyet ve güçle aşmış, iktidara böyle yerleşmiştir. AKP karşıtı cephenin paralize edilmesinde de, emperyalist merkezlerden aldığı destekle birlikte sandık önemli bir piston işlevi görmüştür. Şöyle özetleyebiliriz: Bugünün Türkiye’sinde düzen içi iktidarı belirleyen temel güç kaynağı, daha önce hiç olmadığı kadar sandık ve oydur.

***

Her seçimin kendine özgü ayrıştırıcı/birleştirici bir ekseni oluyor. Bu seçimin de var. Seçim döneminin son günlerinde, birçok siyasal odağın, çevrenin önceden belirlenmiş, açıklanmış tutumlarını etkileyen, değiştiren, kuşatan, sadeleştirici soru herkesin önündedir.
Diktatörlüğü geriletmek, barajı yıkmak bu seçimin iki kritik konusudur. İkisinin de anahtarı, HDP’nin barajı aşmasındadır. AKP’nin, tüm gücünü bu olasılığı önlemek için seferber etmesi, provokasyonlar denemesi boşuna değildir.

330 vekilden azı, Erdoğan ve AKP için sonun başlangıcı olacaktır.
AKP’nin tek başına hükümet kuramayacağı bir sonuç bu süreci hızlandıracaktır.
Erdoğan gidicidir. Ama kolay gitmeyecektir.
Seçim yenilgisi, kibirli diktatörün direncini kıracak, onu ülkeyi savaşa, iç savaşa sürükleyecek güç ve otoriteden yoksun bırakacaktır.
Bu seçimde oy’un böyle bir değeri var.
Oy vermekle yetinmeyip, oylara sahip çıkmak için de hep birlikte sorumluluk üstlenmemiz gerekiyor. 6 Haziran 2015

Önceki ve Sonraki Yazılar