Önce 'Kaos' Sonra 'Düzen' ORDO AB CHAOS

Dün, bugün, gelecek…

İki gün önce Deniz Gezmişlerin idamının 42.yıldönümü idi. Bu vesileyle o dönemleri yeniden hatırladık, andık.

Bugün 12 yıllık AKP’li yılları yaşıyoruz. Adında “adalet” olan ama uygulamasında olmayan, koca bir ülkenin hukuk sistemini darmadağın eden bir iktidara mahkûm olarak.

Yakın gelecekte ise Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimler var.

Tüm bunları bir arada düşünerek “ordo ab chaos” denen (önce kaos yarat, sonra istediğin gibi düzenle) yöntemine değinmek istiyorum.

Bu yabancı sözün bizim dilimizdeki karşılığı açık ve net:

“Ölümü göster, sıtmaya razı et!”

*

ABD’li bankacı, işadamı David Rockefeller’ın kitap ve röportajlarından derlenmiş bir metin vardı. Rockefeller’ın söylediklerinin başlıklarını daha önce yazmıştım. (“Bunlar olmuş olabilir mi?”, Yeniçağ, 10 Ağustos 2013.)

Siyasal ve toplumsal düzenlemeler yapılırken, bizler ise yalnızca birer “oy verici” konumuna düşürülürken Rockefeller’ın aşağıda özetleyeceğim itiraflarını göz önünde bulundurmalıyız.

“DARBEYİ BİZ YAPTIRDIK!”
Türkiye’deki 1980 darbesi de bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı. O zamanlar ülkede bir solcular, bir sağcılar iktidara geliyor ve bizim isteklerimiz doğrultusunda ülke ekonomisini yönlendiriyorlardı.

Fakat Amerika ve Avrupa’da gelişmiş ülkelerin piyasaları doyuma ulaşmışlar ve biz yeteri kadar mal satamaz olmuştuk. Bunun üzerine diğer az gelişmiş ülkelere uyguladığımız planı onlara da uygulamak istedik ve serbest piyasa ekonomisine geçmelerini ve ithalatın serbest bırakılmasını talep ettik. Bu isteğimizi kabul etmiş görünüyorlar, fakat işi uzatıyorlardı.

En sonunda bu ikilem yine bildiğimiz yollarla, Ordo Ab Chaos ile çözüldü. Yani önce kaos, sonra düzen.

Provokatörlerimiz aracılığıyla sağ ve sol ideoloji kavgaları başlatıldı. Aslında başında onay vermiş gibi göründüğümüz Kıbrıs Savaşı’ndan sonra ülkeye uygulanan ambargo sayesinde halk canından bezmiş, ülkede yağ ve tuz bile bulunamaz olmuştu. Karaborsacılar zenginleşirken halk iyice sefalete düşmüştü.

Ülkeye gönderilen provokatörlerimiz (kışkırtıcılar) için bu halkı kışkırtmak hiç zor olmadı. Ülke halkı sağcı ve solcu olarak ikiye bölündü ve çatışmaya başladılar. Olaylar öyle bir dereceye geldi ki, her gün elli altmış kişi sokak çatışmalarında ölmeye başlamıştı. Bütün ülke terör korkusu altında eziliyordu. İnsanlar akşamları sokağa çıkamaz olmuştu. Her an bir serseri kurşuna hedef olmak vardı.

Binlerce Türk genci uydurma ideolojiler uğruna can vermişti. Hükümetler birbiri arkasına iktidara geliyor fakat olayları önleyemiyorlardı.

Sonra darbe geldi ve bütün olaylar bıçak gibi kesiliverdi. Zavallı ülke halkı bu sözde başarıyı darbenin bir neticesi olarak gördü. Çünkü nihayet terörizm sona ermiş, ülkeye huzur gelmişti! Aslında provokatörlerin görevi bitmiş, sahneden çekilmişlerdi.

Burada oynanan oyun, halkı umutsuz ve çaresiz bir duruma düşürmek ve onlara bir “kurtarıcı” sunmaktır; ondan sonra bu kurtarıcı ne yaparsan yapsın hemen kabullenecektir!!!

“DARBECİLER YÖNETİMİ İSTEDİĞİMİZ KİŞİYE VERDİ”
Askeri hükümet bir süre devlet yöneticiliği yaptı ve bizim belirlediğimiz bir kişiye yönetimi devretti. Bu Turgut Özal’dı.

Özal, tam da bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkenin kapılarını bize sonuna kadar açtı.

Bizim şirketlerimiz bu bakir piyasaya kurtlar gibi saldırdılar. İlk önceleri fiyatları çok düşük tutarak yerli sanayinin rekabet gücünü düşürdüler. Ülke artık Amerikan ve Avrupa yapımı mallarla dolmuştu. Sanayi şirketlerimiz stoklarını eritirken finans şirketlerimiz de ülkeyi artan ithalatı karşılayabilmeleri için yüksek faizlerle borç batağına sürüklüyorlardı.

Bu arada, Özal bütün bunların yapılabilmesi için gereken kanunları yavaş yavaş çıkarmıştı. Bu ülke, vahşi kapitalist sistemle o kadar çabuk uyum sağladı ki, bizim bile düşünemediğimiz hayali ihracat gibi vurgun yöntemleri keşfettiler. İnsanlar artık en kısa ve en kolay yönden servet yapmanın peşine düştüler. Rüşvet, devlet bankalarının çeşitli entrikalarla soyulmaları, banker skandalları birkaç örnek…

… Devlet işletmeleri ise bizim istediğimiz yöneticilerin atanmaları sağlanarak zarar ettiriliyordu. Sonunda bu işletmeler ya kapatılıyor, ya da özelleştirme hikâyesiyle, ucuz fiyatlarla şirketlerimiz tarafından ele geçiriliyordu.

Beyni yıkandığı için temiz hayallerle işe başlayan Özal, sonunda bu sistemin gerçeklerini görerek kendisini de kapitalizmin çarklarına kaptırdı. Ailesini ve yakın çevresini zengin etmeye başladı.

Öyle bir duruma geldiler ki Özal’ın çevresinde prens ve prensesler ortaya çıkmaya başlamış, biz ülke monarşizme dönüyor diyerek kaygılanmaya başlamıştık!!!

"KÜRT DEVLETİ PROJESİ" İÇİN ÖNCE ÖRGÜT YARATTIK
Her neyse, ülke insanının tepkisini ölçmek için kendisinden Kürt devleti fikirlerinden bahsetmesini istedik. Fakat bu düşünceler kendisine pahalıya mal oldu.

Biz de Kürt devleti projemizi hayata geçirmek için *** denilen bir örgüt yaratıldı. Bu örgütle uğraşmak ülke ekonomisine çok büyük zarar verdi ve şu anda koskoca Osmanlı İmparatorluğu'ndan geriye kalan bir avuç toprakta varlığını sürdüren Türkiye, bizim hiçbir isteğimizi geri çevirecek durumda değil.

*

1. Acaba: Acaba, bu sözler yalan mı?

2. Acaba: Acaba, AKP “Biz Menderes’in, Özal’ın devamıyız” derken yukarıdaki sözleri mi kastediyor?

3. Acaba: Acaba, Cumhurbaşkanlığı seçiminde ne yapacağız?

Önceki ve Sonraki Yazılar