​​​​​​​Aydın'da bir Topuklu Efe: Burada yatağa aç girilmez çünkü biz varız!

​​​​​​​Aydın'da bir Topuklu Efe: Burada yatağa aç girilmez çünkü biz varız!

Röportaj | Ali Avcu

Aydın tarihi Milattan Önce 4500 yıllarına dayanır. 'Uygarlık Vadisi' olarak da adlandırılır…

Büyük Menderes havzası olarak da bilinir. Tarihin her döneminde iskân edilmiş, yoğun bir kültür gelişimine sahne olan Aydın bereketli topraklara sahip. Tarihi boyunca ev sahipliği yaptığı bütün uygarlıkları verimli topraklarıyla cömert bir şekilde ağırlarken çok büyük kültür gelişimlerine sahne olmuş. Bu süreç içinde Aydın’ın önemli bir yeri vardır. İzmir - Denizli - Muğla yolları kavşağında olması onun bu önemini daha da arttırmaktadır.

Özlem Çerçioğlu, nam-ı diğer 'Topuklu Efe'...



11 Ağustos 1968’de Aydın Nazilli’de doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Nazilli’de tamamladı. 1988’de Selçuk Üniversitesi Makine Resim Konstrüksiyon Bölümü'nden mezun oldu. Üniversite öğreniminden sonra yurt dışında başarılı çalışmalara imza atarak adından söz ettirdi. Sonra 3 Kasım 2002’de yapılan genel seçimlerinde CHP’den 22'nci Dönem Milletvekili seçilerek TBMM’de başarılı bir milletvekili olarak görev yaptı. Aydınlı hemşehrileri onu 23'üncü dönemde de TBMM’ne yolladı. Ardından 29 Mart yerel seçimleri geldi çattı. Aydın halkı bu sefer Çerçioğlu’nu milletvekili değil Aydın’a belediye başkanı olarak hizmet etmesini önerdi. Çok düşündü. Doğup büyüdüğü bu topraklara ve kendisini Meclis'e taşıyan hemşehrileri için ne yapabilirdi? Sonra kararını verdi. Aydın’ı adı gibi aydın bir şehir yapacaktı. Mutsuz ve umutsuz olan Aydın halkının, çiftçisinin ve hatta gençlerinin yavuklularını, annelerini geride bırakarak büyükşehirlere aş için, iş için gitmelerine nasıl mani olacağını düşündü. Çünkü kendisi de bir anneydi. İki evladı vardı. Önce hemşehrilerinin onayını aldı. Sonra partisinin. Ardından 30 Mart 2009’da Aydın’ın ilk kadın belediye başkanı seçildi. Sonrası mı? Aydınlı hemşehrilerinin güvenini ve takdirini bir kez daha kazandı. 30 Mart 2014’de Aydın artık Büyükşehir olmuştu. Yeniden seçildi. Hem de 2009’da aldığı oy oranını yaklaşık olarak ikiye katlayıp Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı oldu.



Bir zamanlar muhabiri olduğum Yurt'a Genel Yayın Yönetmeni olarak geri dönmüştüm. Tabii  'Yurt Gazetesi' denince birçok sözde muhalif yayın organının ve bazı gazetecilerin iftirası ve yalan haberlerinin de hedefi haline geldim. Neyse, bu başka bir konu. Ben ve ekibim objektif tarafsız habercilik ilkeleri doğrultusunda haklının ve emekçinin yanında durmayı ilke saydık. Bu ilkeler doğrultusunda halkının çıkarlarını her ne pahasına olursa olsun korumaya çalışan siyasetçilerin ve liderlerin örnek çalışmalarını bütün Türkiye’ye anlatmayı da bir görev bildik. İşte bu kapsamda da nam-ı diğer 'TOPUKLU EFE'; Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı ve adayı Özlem Çerçioğlu’yla bir röportaj yapmak istedim. İlk iş olarak gazete yönetimine İzmir üzerinden Aydın’a Çerçioğlu’yla röportaj yapmaya gideceğimi bildirdim. Sağ olsunlar hemen uçak biletim gidiş dönüş alındı.

Sabahın 5’inde gazetenin emektarı Halil, arabasıyla oturduğum siteden beni alarak havanın alacakaranlığında Atatürk Havalimanı’na götürdü. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen, İstanbul işte, malum trafik kendini hissettirmeye başladı. Neyse ki havaalanına zamanında yetiştim.

Uçağa bindikten kısa bir zaman sonra İzmir Aydın Menderes Havalimanı'na indim. Gün ışımıştı. Çerçioğlu, misafirperverliğini İzmir’e iner inmez göstermeye başlamıştı. Şoförü Güray Bey’i beni karşılaması için İzmir'e, havalimanına yollamıştı. Güray Bey’le birlikte Aydın’a doğru yola çıktık. Etrafa bakındım. Her taraf yemyeşil. Arada bir Güray Bey'den Aydın ile ilgili bilgiler alıyordum. Derken Aydın’a geldik. Çerçioğlu’yla saat 11’de görüşecektik. Güray Bey’e ''Gazetemizin de yazarı, arkadaşım olan Ergün Poyraz'la saat 10 gibi buluşup bir kahvaltı yapacağım. Saat 11’de de belediye binasında oluruz'' dediğimde Güray Bey “Hayır, hayır olmaz. Başkanım sizi de misafirinizi de makamda kahvaltıya bekliyor” dedi.  



Tabii bu sözler üzerine Poyraz’ı da alarak belediye binasına gittik. Sekizinci kat. Asansör açıldı. Karşımızda hep merak ettiğim nam-ı diğer 'TOPUKLU EFE' Çerçioğlu. Hani Anadolu’da meşhur bir deyim var ya “daha ilk görüşte kanım ısındı” diye, işte öyle. Sıcak, dostça, samimi sanki çok çok öncesinden tanışıyormuşuz hissi… ''Buyurun buyurun, ooo Ergün abi sen de hoş geldin” diye bizi içeri davet etti.

Aman Allahım masa da yok yok. 'Tüh' dedim, diyete başlamıştım. Ee yapacak bir şey yok. Diyeti bozacaktık. Neyse sohbet eşliğinde kahvaltı yaparken de Çerçioğlu’yla Ergün Poyraz’ın aynı köylü olduklarını öğrendim.

Kahvaltı sırasında bir taraftan da cıvıl cıvıl kuş sesleri, sağıma soluma baktım. ''Nedir bunlar'' diye sordum. Çerçioğlu “kuşlarım, onları çok severim” dedi. Şaşırdım ''Sizin hayvanları pek sevmediğiniz konuşuluyor'' dedim. Gülümsedi: “Üstadım bırak söylesinler. Önemli olan benim ne düşündüğüm, onların ne dediği değil.” Dayanamadım, bir yerden yakalamıştım, soracaktım. Biraz üzerine gidecektim, çünkü hayvanlarla ilgili epey spekülatif haberler yapılmıştı. En çok hangi hayvanı sevdiğini sordum. “Bütün hayvanları severim. Ama köpeklere karşı biraz daha sempatim fazla”  dedi ve ekledi: “Aydın’da birçok hayvan barınakları yaptırdık. Hayvanlar üşümesin diye yerden ısıtmalı barınaklar…”



Bu arada çaylar tazelenirken “Üstadım bırak çatalı bıçağı börek elle yenir bak bana” diye bir kahkaha attı: “Biz köylü çocuğuyuz…”

Bu arada kahvaltı yaparken, sorularıma devam ediyorum ''Göreve geldiğinizde Aydın nasıldı? Sizinle birlikte ne değişti? Oylarınızı hemen hemen ikiye katladınız, bunun sırrı ne?'' diye.

Çerçioğlu “Ooo, 31 Mart’ta oylar yüzde 65 olacak”diye gülümseyerek anlatmaya başladı. “Üstadım o zamanlar gerçekten Aydın halkının çok büyük ihtiyaçları vardı. Altyapı, üstyapı, otogar binası şehrin merkezinde kalmıştı ve köhneydi. Biz kolları sıvadık il belediyesiyken, bu ana sorunları çözdük. Daha sonra 2014 yılında da büyükşehir belediyesi olduk. Büyükşehir belediyesi olduğumuzda en önemli sorun bence; Aydın'ın 493 köyünden 60’ında su yoktu. Haftada bir gün ve iki saat su veriliyordu, inanılır gibi değil” dedi. Şaşırmıştım, nasıl yani Aydın gibi köklü bir şehirde, hem de tarım yerleşim bölgesinde su yok?

Çerçioğlu: “Tarım bölgesi olan bir yerde, artı bir de Türkiye'nin en batısında olan bir bölgede 60 köyde su yok. Haftada bir gün, iki saat... Bir daha altını çiziyorum. Biz hemen o köylere su getirdik. Şu anda o köylerde 24 saat su akıyor. Böyle büyük ve ana sorunları biz ele aldık. Eğer suyunuz yoksa hiçbir şey yapamazsınız ya, düşünün çeşmenizden su akmıyor. Ne kadar zor bir hayat...”

Bu arada Poyraz lafa girdi: “Evet Ali, çocukluğumuz gençliğimiz bu topraklarda geçti. Bu güzelim verimli topraklar işte böyle susuzdu. Taa ki Özlem kardeşim gelene kadar...İnsanlarımız perişan bir hal içerisindeydi. Allah'a şükür şimdi o dönemler sadece acı bir anı olarak kaldı. Aydın artık medeniyet içerisinde yaşanacak bir şehir haline geldi...”



Bu arada kahvaltı faslı bitmişti. Sonra yine makam odasının belediye binasının yan tarafındaki meydana bakan camının önüne oturduk. Camdan dışarıya bakınca büyük bir alan, alan üzerinde bir havuz, etrafında çocuklar ve insanlar dolaşıyor. Oturduğumuz beyaz koltukların ardındaki duvarda büyük bir Atatürk portresi. Çerçioğlu, oturduğum yerden meydanı izlediğimi görünce “İşte üstat ben zaman zaman buradan meydanda çocuklarıyla, torunlarıyla huzur içerisinde gezintiye çıkan hemşehrilerimi gördükçe çok mutlu oluyorum. Beni en çok keyiflendiren olaylardan bir tanesi de işte bu; halkımın huzur içerisinde olması” dedi.

Boş çay bardaklarını almaya gelen hanımefendi “kahvenizi nasıl içersiniz” diye sordu. Kahve değil demli bir çay içeceğimi söyledim. Özlem hanım ise “kahve sade olsun lütfen” dedi. Birazdan çay ve kahve geldi. “Özlem Hanım“ dedim, ''Aydın’ın ilk kadın belediye başkanısınız. Zor olamadı mı sizin için?''

''Hayır, hiç olmadı. Niye olsun ki? Neden olsun zorlukları? Ben bu soruya da karşıyım, ayrımcılık içeren bir soru bu. Cinsiyet ayrımcılığı yapıyorsunuz. Hiçbir zorluk yaşamadık tam aksine pozitif bir etkisi oldu. Çünkü toplumun yüzde 50'si kadınlardan oluşuyor. Aslında biliyor musunuz kenti kadınlar yönlendiriyor. Aslında en çok kadınlar kentte yaşıyor. Bugün anneanneler-babaanneler torunlarına bakıyor, parka götürüyor. Bugün anneler çocuklarını parka götürüyor. Pazarlara çıkın, en çok çarşı pazarda kadınlar var. Aslında kenti kadınlar yaşıyor, yönetiyor. Onun için ben hiçbir zaman zorluk yaşamadım. Hiçbir parti ayrımı yapmadan söylüyorum, bütün liderlerin; özellikle yerel yöneticilerin kadın olmasında çok büyük pozitif bir artı getireceğine ben inanıyorum” dedi ve ekledi: "Zaten yuvayı dişi kuş yaparmış, onun için büyük bir aile diyoruz Aydın'a. Gayet doğal bir şey. Vakit, zaman, böyle bir problemim olmadı benim yani..."

Aydın’a gelmeden önce Çerçioğlu kimdir, bugüne kadar neler yapmış diye internette kısa bir göz attığımda birçok sosyal sorumluluk projesine imza attığını gördüm. Bu projeler arasında en çok dikkatimi çekeni ise uyuşturucuya karşı verdiği mücadeleydi.

Kendisine bunu ''Milletvekili olmadan önce birçok sosyal sorumluluk projelerine imza atmışsınız özellikle uyuşturucuyla ciddi bir mücadeleniz…" diyerek sordum. Bu derneklerde uzun süre mücadele ettiğini söyledi:

''Uyuşturucuya karşı, kadın hakları için bu derneklerde çalıştım. Hep zaten toplumun bu tip sorunlarına duyarlı oldum. Daha sonra da siyaset içinde bu konularla daha çok ilgilendim. Kadın, çocuk... Belediyede de hep pozitif ayrımcılık... Ben bütün vatandaşlara eşit yaklaşıyorum, eşit hizmet veriyorum, hiç kimseyi kutuplaştırmıyorum. Sadece kadınlara ve çocuklara yönelik pozitif ayrımcılık uyguluyorum elbette. Tabii bir de fakir fukara, garip gurabaya... Biz 26 kültür merkezi kurduk, dile kolay. Binlerce çocuğumuz var. Çocuklarımızın kahve köşelerinde, sokaklarda olmamasını istiyoruz, onlar da sağolsunlar okul saatleri dışında kültür merkezlerimize geliyor. Hem böylelikle de iş sahası da kazandırdık. Binlerce de öğretmenimiz bugün açıkta, mesleğe başlatılmıyor. Hem onlara da iş imkânı sağladık. Ve o kadar yetenekli çocuklarımız var ki, özellikle biz bu kültür merkezlerini dezavantajlı bölgelerde kuruyoruz. Her bir çocuğumuz yeteneğine göre bir sanatla, sporla uğraşıyor. Çocuklarımız enstrüman çalıyor. Müthiş yetenekli çocuklar ve bize geldiklerinden bir iki ay sonra ders notlarında da ciddi anlamda iyileşme görüyoruz ve aynı şekilde bu çocuklarımıza bölgedeki kültürel yerleri gezdiriyoruz. İnanın, Aydın gibi yerde hiç denizi görmeyen çocuklarımız var.Hiç tiyatroya gitmeyen çocuklarımız vardı. Biz bu çocuklardan tiyatro kulübü kurduk ve kendi ailelerine tiyatro gösterileri yapıyorlar şu anda. Bütün bu etkinlik ve faaliyetler içerisinde bulunduklarından kötü alışkanlıklardan da uzak durmuş oluyorlar. Çocuklar ülkenin ve kentimizin geleceği olduğu bilincinde olduğumuz için Aydın'ımızda tam 26 kültür merkezi açtık. Yüzme havuzları var. Yüzmeyse yüzme, basketse basket, voleybolsa voleybol, tenisse tenis. Hangisini seviyorsa, hangisine yeteneği varsa…”



Bir taraftan notlarımı alıyor bir taraftan da çayımı yavaş yavaş yudumlarken arada bir daha önceden aldığım notlara bakıyorum. Notlarım arasında AKP’lilerin Çerçioğlu hakkında söyledikleri “Özlem Çerçioğlu belediyecilikten anlamaz kenti batırır. Ticaretten hiç anlamaz” sözlerini kendisine hatırlattım. Güldü… “Üstat meseleyi anlatayım: Aydın merkezde eski bir tekstil fabrikası vardı. Tam tamına 177 dönüm. Buraya bazı müteahhitler AVM yapmak istedi. Şehrin nefes alan en büyük alanını beton yığını yapmak istediler. Ben izin vermedim. Aydın halkına buraya AVM mi yoksa yeşil alan park bahçe ve eski fabrika binalarını restore edip kültür merkezleri mi yapalım diye sordum. Şehrin her yerine sandık koyup referandum yaptık. Ve yüzde 99’la AVM değil, park yapalım çıktı. İşte bu yüzden. Eee oraya AVM ve plazalar dikip şehri beton yığınına çevirip gelsin paralar demediğim için iş bilmez, ticaret bilmez dediler” diye yanıt verdi.

İzmir’den Aydın’a gelirken yol kenarında hep tarım arazileri ve meyve ağaçları görmüştüm. Zaten notlarım arasında da Aydın halkının geçimini tarım, hayvancılık ve turizmden sağladığı vardı. Özlem Hanım'a soracaktım, ''tarım bölgesindesiniz, tarım için projeleriniz var mı'' diye. Ve sordum.

Kahvesinden bir yudum daha aldıktan sonra “Aydın ekonomisinin yüzde 50'si tarıma dayalı. Bugün tarımın durumu ortada, içler acısı. Girdi maliyetleri o kadar yüksek ki artık insanlar tarlasını ekmez hale geldi. Çünkü para kazanamıyor ama bir yerde de pazara gidiyorsunuz rakamlar el yakıyor ateş düşmüş gibi. Bunun çözümü aslında var. Birincisi üreticiyi desteklemek gerekiyor, girdi maliyetlerini düşürmek gerekiyor. Bizim en büyük girişimimiz tarım alanında. Bakın, bu bölgede hayvancılık da çok ciddi. Biz süt yemi, besi yemi ve arpa ezmesini piyasanın yüzde 15 altında üreticilerimize veriyoruz yani girdi maliyetini düşürüyoruz. Bugün süt üreticileri de çok zor durumda. Hayvanlarını kestirmeye gidiyorlar. Çünkü neden; süt para yapmıyor. Biz ne yaptık. Süt üretiminin yüksek olduğu köylere süt tankları kurduk, sabit. Ayrıca gezer tanklar da oluşturduk. Ve bütün sütleri köylüden topluyoruz, sabit olan tankımıza getiriyoruz ve kooperatif satın alıyor. Bugün süt 1.45 civarında, kooperatif eliyle 1.60'a alıyoruz biz. Çok ciddi bir rakam. 20 kuruş çok düşük gelebilir size ama kiloda o kadar büyük rakamlar tutuyor ki işte o zaman köylü kazanmaya başlıyor. Üretmeye başlıyor yani. Para kazanırsanız üretirsiniz, para kazanmasanız niye üretesiniz ki? Kolay mı o hayvana bakmak. Yazı var, kışı var, soğuğu var, sıcağı var. Örneğin Koçarlı ilçemizde biz 'sakız koyunu' çiftliği kurduk. Neden sakız koyunu? Bu bölgenin koyunu. En fazla süt verimliliği ve doğurganlığa sahiptir. Yılda iki kere ikiz, üçüz, dördüz doğurur. Ve biz bunları, bu hayvanları kadın üreticilerimize verdik. Her bir kadın üreticimize 3'er tane sakız koyunu verdik” diye yanıtladı sorumu. ''Neden özellikle kadınlara'' diye araya girdim, ''Pozitif ayrımcılık'' yanıtını aldım: 

''Eğer siz kadını kalkındırırsanız ülke kalkınır. Eğer kadının ekonomik özgürlüğünü sağlarsanız zaten başarıya ulaştırırsınız. Ama toplumun yarısını yok sayarsanız, bakın kadının adı yok. Kadın cinayetleri...Eğer siz kadını desteklerseniz kadın da ekonomik olarak özgürleşir, kendi ayaklarının üzerinde durmayı başarır ve kimseye muhtaç olmadan hayatını sürdürür...



Çayım bitmişti, biraz önce çay getiren hanımefendi boş olan bardakları almak için tekrar geldi. Çok zarif ve kibar olan hanımefendi tekrar sordu ''bir bardak çay daha alır mısınız'' diye. ''Lütfen'' dedim. Ve ardından tekrar Çerçioğlu’na sordum. Her kentte, özellikle de büyükşehirlerde olduğu gibi, her kentin yoksulları vardır. Ekonomik krizle birlikte insanlarımız daha da yoksullaşıyor, sokakta yaşamak zorunda olanlar gibi, ekmek bile alamayan insanlar gibi... Belediye olarak bu konuda neler yaptıklarını sordum.

Çerçioğlu soluk almadan yanıtladı: “Ben şunu iddia ediyorum.Türkiye'de sosyal belediyeciliği yapan, en iyi yapan belediyelerden bir tanesi Aydın Büyükşehir Belediyesi'dir. Eğer Aydın'da yaşıyorsanız karnınız aç yatağa girmezsiniz. Eğer Aydın'da yaşıyorsanız soğuktan üşümezsiniz çünkü Büyükşehir Belediyesi var. Bizim iki tane yemek fabrikamız var. Haftanın beş günü üç çeşit yemek çıkartıyoruz. Ve biz insanları bir aşevinde toplayıp da kuyruğa girerek bir yemek alma organizasyonu değil. Ve ben insanların yemek kuyruklarında beklemesine karşıyım...” 

Kuyrukta beklemiyorlarsa insanlara yemekleri nasıl ulaştırdıklarını sorduğumda ise “Üstat biz belediye olarak mahallelerde muhtarların da desteğini alarak yaptığımız saha çalışmaları sonucu tespit ettiğimiz ailelerin evine günde üç öğün sıcak yemek götürüyoruz” yanıtını alıyorum.

Yine önceden aldığım notlarım arasında Çerçioğlu’nun sık sık tehditler aldığı var… Neden tehdit ediliyor? Kim bunlar? Özlem hanım “Ya o bayağı bir eski olay, 5-6 yıl önceydi. 'Topuklu Efe' lakabı da oradan geldi. Aydın merkezde imara aykırı olan noktaları, 300 büfeyi kaldırdık. İmara aykırıydı. Yani Aydın'da yaşayan yurttaşlarımız için gerçekten bir sıkıntıydı, görüntü kirliliğiydi. Biz kanunlara her zaman saygı gösterilmesini, uyulmasını istedik. Kanunlara uymayan olursa da sonuçta belediye de gereğini yaptı da yani” diye yanıtladı. Belediyenin önüne bırakılan siyah tabutu hatırlattımda ise ''Demirden korksak trene binmezdik” diyerek taşı gediğine oturttu Çerçioğlu. Ardından da “Ben Aydınlı hemşehrilerime hizmet etmek için geldim. Ve daha yapacaklarım bitmedi” dedi.

Önümüzdeki beş yıllık planda Aydın'ı ne bekliyor? Çerçioğlu'ndan aldığım yanıt benim için önemliydi:

“Kentler yaşayan bir olgudur. Kentte yaşayan yurttaşların insanların sürekli istekleri, ihtiyaçları değişir. Elbette biz de her belediye gibi altyapı yapıyoruz, üstyapı yapıyoruz, hizmet binaları yapıyoruz, otoparklar yapıyoruz. Zaten bunlar olması gereken asli görevlerimiz. Ama bunun yanında insanların karnı aç. Bizim bu ana görevlerimizin yanında en büyük görevlerimizden biri de sosyal belediyecilik. Yani ihtiyaç sahiplerine ulaşmak. Biz bu konuda belki anne olduğum için, belki de kadın olduğum için benim bu yönüm çok hassas. Zaten ben kente bazen belediye başkanı gözüyle bakıyorum, bazen kadın gözüyle bakıyorum, bazen de anne gözüyle bakıyorum. Bizim yine en büyük projelerimiz sosyal belediyecilikle alakalı. Aydın'da hiç kimse yatağa aç girmez. Komşunuz eğer yatağa aç giriyorsa siz rahat uyuyamazsınız. Eğer komşunuz soğukta üşüyorsa siz rahat uyuyamazsınız. Bu kentte herkesin mutlu olmasını istiyorum. Bu kentte herkesin yüzünün gülmesini istiyorum. Onun için de sosyal belediyecilik diyorum. Biz Aydınlılar olarak hepimiz büyük bir aileyiz. Biz Aydınız diyoruz”

Artık zaman bayağı ilerlemişti, son sorumu soracaktım. Ve sordum. ''Özlem Hanım'' dedim, ''Aydın ve Türkiye’ye bir mesajınız var mı?'' 

“Var, olmaz mı üstat... Bakın önceden biz kendi kendimize yeten bir ülkeydik. Yerli malı haftası yapardık. Bugün geldiğimiz nokta gerçekten çok üzüntü verici. Hepimiz üzülüyoruz biz. Böyle olmasını elbette istemeyiz sonuçta bu vatan bizim, bu ülke bizim. Bizim gidecek başka bir yerimiz yok ki. Bu topraklarda doğduk, Allah izin verirse de bu topraklarda gömüleceğiz. Onun için ciddi anlamda tarıma destek verilmesi gerekiyor. Üreten bir toplum olmamız gerekiyor, bunun için de girdi maliyetlerinin düşük olması gerekiyor. Artı bir de benim en çok önem verdiğim projelerden bir tanesi, bunu bir örnek olsun diye anlatıyorum diğer belediyelere de. Ata tohumları. Hatırlar mısınız, çocukluğunuzda kahvaltı sofrası kurulduğunda mis gibi domatesler, mis gibi salatalıklar kokardı. Siz başka odadan onun kokusunu duyar gelirdiniz. Bugün öyle mi? değil. Tohumlar ithal. Biz Aydın'da büyüklerimizin sandıkta sakladıkları tohumları topladık. İki tane sera kurduk, o tohumlarda fide yetiştirdik. Ve binlerce fide... Aydın halkına dağıttık, köylere dağıttık. Bunları dikin dedik. Eğer bahçeniz yoksa saksılara dikin dedik ama tohumlarını saklayın. Ve şu anda bununla beraber bir köylü pazarı kurduk. O ata tohumlarından elde ettiğimiz sebze meyveler orada satılıyor. Çocukluğumuzda tükettiğimiz domates, biber, salatalık, patlıcan gibi sebze-meyveleri biz şimdi Aydın'da üretiyoruz. Mis kokulu, hormonsuz... Yerel ve milli böyle olunur.İthal ederek yerel ve milli olamazsınız. Onun için ben tüm belediye başkanlarımıza bu modeli naçizane öneriyorum...”