İzmir'deki çevre terörü Meclis'te

İzmir'deki çevre terörü Meclis'te

CHP’li Polat İzmir'deki çevre terörünü Meclis'e taşıdı

TBMM Çevre Komisyonu Üyesi ve CHP İzmir Milletvekili Mahir Polat, terörün her türlüsüne karşı olduklarını belirterek, “Son zamanlarda ülkemizin her yerinde artan çevre katliamlarını da çevre terörü olarak görüyoruz. Seçildiğim günden bu yana İzmir’deki çevre terörüyle mücadele ediyorum” dedi. Ülkenin birçok yerinde “ÇED gerekli değildir” kararlarıyla tahribatlar yaşandığını ifade eden Polat, “Sadece bir dosya içerisindeki proje üzerinden yapılan değerlendirmelerle ülkemizin binlerce yılda oluşan endemik bitki örtüsü, doğası, ağacı, insanları, yaşam alanları tahrip ediliyor. Buna son verilmesini istiyoruz. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi‘Tabiata saygı aklın vicdanıdır.’ Hepimizi vicdanlı olmaya davet ediyorum” dedi.Polat, Çevre Kanunu’nun tanımlar kısmında yer alan “çevre görevlisi” ibaresinin “çevre mühendisi” olarak değiştirilerek, çevre mühendislerinin istihdamının önünün açılmasını istediklerini bildirdi.

“ÇEVRE TERÖRÜYLE MÜCADELE EDİYORUZ”
Polat, Çevre Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerine TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın geçmiş yıllarda terörle ilgili ciddi bir emek, zaman ve para harcadığını ifade ederek, “Terörün her türlüsüne karşıyız, terör bir insanlık suçudur. Fakat son zamanlarda artan çevre katliamlarını da aynı derecede çevre terörü olarak addediyoruz, öyle görüyoruz” dedi. Milletvekili seçildiği günden bu yana İzmir’de yaşanan “çevre terörüyle” mücadele ettiğini ifade eden Polat, “Buradan, jeotermale karşı direnen Tire Başköylüler’i selamlıyorum. Tire Başköy, dünyada, incir üretimi için iklimi en uygun iki yerden bir tanesidir; birisi Kaliforniya, birisi Tire Başköy. İncir olgunlaşma süresinde iklimi itibarıyla çok önemli bir iklime sahip ve yüzde 80’i ihraç olan bir ürün. Bu ürünü ülkemizin bir zenginliği olarak görüyoruz. Şimdilik, Tire Başköy’ün başta kadınları olmak üzere, mücadele ederek incirlerinin yaşamını ve jeotermal sorununu bertaraf etmişlerdir” diye konuştu.

“RES’LERE İZİN VERİLİRKEN YAŞAM ALANLARINI GÖZETMELİYİZ”
“Yenilenebilir enerji” denilince akla ilk rüzgar enerji santrallerinin geldiğini, bu santraller kurulurken iznin rüzgarın verimlilik ölçümleriyle yapıldığını, onun dışında herhangi bir ölçüm yapılmadığını ifade eden Polat, şöyle devam etti:

“Oysaki oralar göçmen kuşların geçiş yolları, arı popülasyonlarının yaşadığı yerler olabilir. Göçmen kuşların geçiş güzergâhları gözetilmeden verilecek her izin kuşların ölümüne, türlerin ortadan kaybolmasına sebep olmaktadır. Aynı şekilde, Einstein’in dediği gibi ‘Eğer arılar yeryüzünden kaybolursa insanların dört yıl ömrü kalır. Arı olmazsa bitki, hayvan ve insan olmaz.’ Biz, arı popülasyonlarının yaşam alanlarını da gözetmek zorundayız. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde, Avrupa’da, Amerika’da ve Kanada’da rüzgâr enerji santrallerine izin verilirken insanların yaşam alanlarından 1,4 kilometre kadar uzaklıkta izinler verilmekte. Maalesef bu izinler ülkemizde 400 metreye kadar düşmüş bulunmakta.Şöyle bir düşünelim: Sabahtan akşama, akşamdan sabaha bir rüzgâr uğultusuyla ve bir metal gürültüsüyle yaşamak zorunda kaldığınızı. İşte, rüzgâr enerji santrallerine izin verilirken bütün bu durumları gözetmek zorundayız.”

“ÇED GEREKLİ DEĞİLDİR” KARARLARI TAHRİBATA NEDEN OLUYOR
Ülkenin birçok yerinde “ÇED gerekli değildir” kararlarıyla tahribatlara neden olan bir süreç yaşandığını vurgulayan Polat, şöyle devam etti:

“Sadece bir dosya içerisindeki proje üzerinden değerlendirmelerle ülkemizin binlerce yılda oluşan endemik bitki örtüsü, doğası, ağacı, insanları, yaşam alanları tahrip edilmekte. İşte dün Menemen Alaniçi’nde Karagöl’de yaşanan çevre katliamı, sadece mıcır ocağı için yüzlerce yaşında binlerce ağaç katledildi. Torbalı ilçemizde kurulmak istenen, Belevi Gölü çevresindeki kalker tesisine -eleme ve kırma tesisiyle birlikte- ‘ÇED gerekli değildir’ raporuyla izin verilmiştir. Oysa bu bölge, birçok yaşam alanını içinde bulunduran bir bölge. Flamingolar, su kazları gibi 26 tür kuşa ev sahipliği yapıyor, 12 çeşit balığa hayat veren bir bölge. Sadece kalker ve mıcır ocakları için bu bölgelere kıyılır mı sayın milletvekilleri? İzmir’in birçok çevre sorunu, iyi planlama yapılmaması sonucunda felaketler zinciri hâlinde gelmekte. Bakın, Karabağlar’ın Uzundere Mahallesi’nde yapılmak istenen jeotermal enerji santralleri, Zeytincilik Kanunu’na aykırı bir şekilde oradaki zeytin alanına çalı çırpı raporu verilerek burası jeotermal enerjiye açılmış ve bir tahribata neden olunmuş. 3 kez kapasite artırımına giden Çukuralan Altın İşletmesi Kozak Yaylası’ndaki fıstık çamlarının yaşam alanlarını tahrip etmektedir. Oysaki Kozak Yaylası’nda yaşayan köylülerin gerçek altınları o ağaçların üzerinde sallanan kozalaklardır, onlara izin verilmemesi gerekiyordu. Saymakla bitmeyen sorunlar ‘ÇED gerekli değildir’ raporlarıyla birlikte hayatımızı her gün biraz daha sıkıntılı hale sokmaktadır.”

“ÇEVRE MÜHENDİSLERİNİN İSTİHDAMININ ÖNÜ AÇILMALI”
İlgili teklif görüşülürken Çevre Kanunu’nun tanımlar kısmında yer alan “çevre görevlisi” ibaresinin “çevre mühendisi” olarak değiştirilmesini istediklerini, ancak bunun dikkate alınmadığını ifade eden Polat, “Çocuklarımızı üniversitelerde uluslararası standartlarda eğiterek çevre mühendisi olarak yetiştiriyoruz fakat bu çocukların istihdamında sıkıntılar yaşanıyor. ‘Çevre görevlisi’ diye addedilen insanların yüzde 90’ı çevre mühendisi değil. Çevre mühendislerini buralarda istihdam edersek onların istihdam sorunlarını da ortadan kaldırmış ve önlerini açmış oluruz” dedi.

“TABİATA SAYGI AKLIN VİCDANIDIR”
CHP’li Polat, 90’lı yıllarda Karadeniz’de bulunduğu bir gün afet yaşandığını, Hopalı yaşlı bir amcanın “Bizim denizlerimiz engindir, yüzlerce yıl geçse de gelir yatağını bulur” dediğini belirterek, tahrip edilen doğanın er ya da geç intikamını aldığını söyledi. 2012 yılında Samsun’da Mert Irmağı’nın taşması sonucu Kuzey Yıldızı TOKİ konutlarını su bastığını, 6’sı çocuk 9 kişinin hayatını kaybettiğini anımsatan Polat, şöyle konuştu:

“Beton kentlere çevirdiğiniz İstanbul ve Ankara’da her yağmurdan sonra ya ölümlerle ya da birçok olumsuzluklarla uyanmak zorunda kalıyoruz. Bu halkın çocuklarına yaşayacak yeşil alanlar bırakmamaya devam ettiğimiz sürece sağlıklı nesiller yetiştiremeyeceğiz. En ufak bir yağmurda, maalesef sabahlara olumsuzluklarla uyanmak zorunda kalacağız. Çevreyi para kazanacağımız, kâr elde edeceğimiz bir rant alanı olarak görür isek yarının sahibi çocuklarımıza bırakacak güzel bir dünyamız, güzel bir ülkemiz, güzel bir çevremiz olmayacak. Bizlerin yaşam biçimleri, beslenme alışkanlıkları, uyku biçimleri; hepsi farklı olabilir fakat hepimizin soluduğu hava aynı. Havamızı, suyumuzu korumak hepimizin bir görevi, vicdani sorumluluğudur. Doğaya sahip çıkmamızın hepimizin boynunun borcu olduğunu belirtiyor. Tire Başköy’ü, Menemen Alaniçi’ni, Emiralem Çevre Platformunu, altın madenine karşı fıstık çamlarını koruyan köylülerimizi, Torbalı’da taş ocaklarına ‘Dur’ diyen çevre gönüllülerini, Aydın’da yaşamı savunan, jeotermale karşı çıkan Aydın Çevre Platformu’nu, Cerattepe’deki doğa dostlarını ve Türkiye'nin neresinde olursa olsun çevre duyarlılığı gösteren dostlarımı selamlıyorum. Konuşmama Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle son vermek istiyorum: “Tabiata saygı aklın vicdanıdır.” Hepimizi vicdanlı olmaya davet ediyorum.”