Uğur Dündar: Mazbata milletindir, mazbata İmamoğlu'nundur

Uğur Dündar: Mazbata milletindir, mazbata İmamoğlu'nundur

Uğur Dündar bugünkü köşe yazısında İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Dr. Aytun Çıray ile yaptığı söyleşiyi köşesine taşıdı.

Sözcü Gazetesi yazarı Uğur Dündar bugünkü köşe yazısında İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Dr. Aytun Çıray'la yaptığı söyleşiye yer verdi.

İşte Uğur Dündar'ın söz konusuzu söyleşisi:

Sevgili okurlarım;

Siyasetin önemli dönüm noktalarında İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Dr. Aytun Çıray'la yaptığımız söyleşiler hem gündeme damgasını vurdu, hem de tarihe düşülen önemli notlar oldu.

31 Mart Yerel Seçimi de sonuçları itibarıyla sanki yeni bir dönüm noktası.
Bu nedenle söyleşimize Sayın Çıray'a, “Seçim sonuçları Millet İttifakı'nın doğru bir strateji üzerine kurulduğunu gösteriyor mu? Bu stratejinin kuruluşu ne zaman planlandı” sorusunu yönelterek başlıyorum:

AYTUN ÇIRAY (A.Ç): Ana stratejinin doğruluğu kanıtlandı. Başlangıca gelince… 7 Haziran 2015'ten itibaren MHP'nin AKP'ye iltihak etmesiyle bir ihtiyaç ortaya çıktı. Böylece Sayın Kılıçdaroğlu ile ve birçok arkadaşımızla bu konuları zaten konuşmaya başladık. 1 Kasım 2015 öncesi Sayın Akşener'le de konuştuk. Size ilk defa tarihe not düşmek için bir açıklamada bulunmak istiyorum: İYİ Parti'nin kurulmasından sonraki süreçte Söke gişelerinde devlet insanı Sayın Zekeriya Temizel'in ittifakla ilgili büyük fikri katkısı oldu. Gizlilik adına Söke gişelerinde buluştuğumuzu hatırlıyorum.

YENİLENME SÜRECİNİN İŞARET FİŞEĞİDİR

UĞUR DÜNDAR (U.D.):  31 Mart Yerel Seçimleri'ni bazı yorumcular Cumhur İttifakı açısından ‘sonun başlangıcı' olarak değerlendiriyorlar. Özellikle İstanbul'un sembolik önemi vurgulanıyor. Size göre de sonuçlar demokrasi tarihimizin bu en uzun iktidarı için ‘sonun başlangıcı' mıdır?

(A.Ç.): 31 Mart seçimlerinin sonuçlarını, Cumhur İttifakı üzerinden negatif bir bakış açısı ile değerlendirmiyorum. Çünkü o zaman sonuçların asıl anlamını ve büyük değerini gözden kaçırırız. Bana göre  31 Mart Yerel Genel Seçimleri demokrasi tarihimizin en köklü yenilenme sürecinin başlangıcı, işaret fişeği ve habercisi. Bu süreç sonunda elbette insanımızın demokratik seçimiyle AKP iktidarı nihayet bulacaktır. Ama süreci değerli kılan esas faktör demokrasi tarihimizin en büyük, en köklü yenilenmesinin başlamasının sevincini yaşayacağız. Bunun için diyorum ki bakışımızı bu pozitif sevince odaklayalım.

(U.D.): İlginç bir yorum. Çok partili hayata geçişimizden bu yana yaşayacağımız en köklü yenilenme sürecinden bahsediyorsunuz. Ancak şu anda bunu değil, özellikle İstanbul'daki sayım itirazlarını ve AKP yöneticilerinin şüphe uyandırıcı açıklamalarını değerlendirmemiz gerekiyor. Size göre YSK ne yapacak? Ekrem İmamoğlu'na İstanbul Belediye Başkanlığı mazbatasını verecek mi?

(A.Ç.): Bakın Sayın Dündar, bir hukuk devletinde seçimler hukukun üstünlüğünü oluşturan ilkelere ve kurallara tabi olmak durumundadır. Seçim sonuçlarına yasada belirtilen hükümler çerçevesinde itiraz etmek, seçimlere katılan adayların ve partilerin hukuki haklarıdır. Kimseye ne diye sonuçlara itiraz ediyorsunuz diyecek halimiz yok. Ancak Yüksek Seçim Kurulu'na futbol terimiyle adeta ‘tam saha pres' uygulanmaktadır. Ama ne dedi Sayın İmamoğlu? “Ne hak yerim, ne hakkımı yediririm.” Yani Ekrem İmamoğlu mazbatasını alacak. Bunu sadece seçimleri kazanarak değil, aynı zamanda akla dayalı mücadele azmiyle hak etti. Kıscası; mazbata milletindir, mazbata İmamoğlu'nundur.

‘BEKA MESELESİ' SEÇİM TEKRARINA KILIF MIYDI?

(U.D.): “Yüksek Seçim Kurulu'na adeta ‘tam saha pres' uygulanmaktadır” dediniz. Açar mısınız?

(A.Ç.): Yani Türkiye burada da tüm vatandaşlarının temel hakları ve özgürlükleri açısından hayati önem taşıyan kuvvetler ayrılığı ilkesinin yerle bir olmasının acı sonuçlarıyla karşı karşıyadır. Kuvvetler ayrılığı ilkesi, iktidar dahil hepimizi korur. Hukukun üstünlüğünü var eder. İlkeleriyle işleyen bir devlet olsaydı, inanın şu anda karşı karşıya kaldığımız bu üzücü manzaraya asla maruz kalmazdık. Ekrem İmamoğlu'na oy veren milyonlarca İstanbullu tedirgin olmazdı. Oylarının hukuki bir kılıfla gasp edileceği endişesi yaşamazdı.

(U.D.): İstanbul'un özellikle Sayın Cumhurbaşkanı için taşıdığı her açıdan sembolik değerini yakınındakiler biliyor. Belki de Sayın Cumhurbaşkanı'nın bu duygularını bilen bazı yakınları sırf ona yaranmak için, İstanbul'da gerekiyorsa seçimlerin tekrarlanmasını öneriyorlar. Olabilir mi?

(A.Ç.): Olamaz. Ancak maalesef bunu bile önerenler var. Çok yazık. Bazı yandaş ve beslemelerin gözleri o kadar dönmüştür ki, “31 Mart'ta seçimler kullanarak Türkiye'ye darbe yapılmıştır. Bu darbenin unsurları da FETÖ ve PKK'dır” diyebilmişlerdir. FETÖ Araştırma Komisyonu üyesi olarak bazı bilgilere sahip olmasaydım ve hakkında kitap yazdığım PKK'yı tanımasaydım beni bile inandıracaklardı! Ancak insanın aklına ister istemez şu geliyor: Acaba seçim ekseninin Cumhur İttifakı tarafından ‘beka meselesi'ne oturtulmuş olmasının bir sebebi de kaybetmeleri halinde İstanbul seçimlerinin tekrarlanmasının kılıfını hazırda tutmak mıydı? Minareyi çalan kılıfını hazırlar atasözümüz boşuna söylenmedi değil mi?

FANATİK SENARYOLARIN YERİNİ AKLISELİM ALMALI

(U.D.): Ne olursa olsun yine de insan böyle bir karara ihtimal veremiyor…

(A.Ç.): Haklısınız ama bu iddialar şüyu-u vukuundan büyük, dediklerimizden. Maalesef 17 yılın sonunda geldiğimiz noktada birileri kasıtlı bir paranoya yaratıyorlar. İstanbul seçim sonuçları sistemli bir şekilde hazırlanmış örgütlü bir darbeymiş. Hadi oradan! Bu çok üzücü; geleceğimizi tehdit eden bir bakış. Ortada olmayan beka sorununu üretebilecek bir düşmanlaştırma dili. Bu dilin ülkeye, birliğimize çok zarar verdiğini ve hiç ihtimal vermek istemediğim akla ziyan senaryo gerçekleşirse İstanbul'da en korkunç kabuslarından bile daha dehşet verici bir seçim yenilgisi alacaklarını akıllarından çıkarmasınlar. Bir an önce fanatik paranoyalarının yerine aklıselimi ikame etme basiretini göstersinler.

(U.D.): Değerlendirmelerinizde iyi bir gelecek ufku var. Bu durumda sonuçları hazırlayan süreçlerde etkin bir rol oynayan biri olarak seçim sonuçlarını Millet İttifakı adına yeterince başarılı buluyor musunuz?

(A.Ç.): Adil olmayan ve siyaseten meşruluğu tartışmalı seçim ortamında alınabilecek en iyi değil ama iyi bir sonuç alındı.

(U.D.): Sonuçlar Kemal Kılıçdaroğlu'nun merkez başta olmak üzere CHP'yi toplumun diğer kesimlerine açma politikasının nihayet meyvesini verdiği şeklinde yorumlanıyor. CHP'den istifanızdan bu yana Millet İttifakı'nın oluşumunda etkin bir rol oynamış bir siyasetçi olarak bu konudaki ve iş birliğinin geleceğine ilişkin görüşleriniz?

MİLLET İTTİFAKI'NIN KAYNAĞI KURUCU DEĞERLERİMİZDİR

(A.Ç.): AKP tarafından Türkiye'nin kurucu değerler rotasından çıkarılması yeni bir siyasi ihtiyaç ortaya çıkardı. Yani hem merkezin yeniden varlık bulması, hem de CHP'nin daha geniş toplum kesimlerine açılması gerekiyordu. Tahminimce Sayın Kılıçdaroğlu, vefat edinceye kadar zaman zaman istişare ettiği Süleyman Demirel'in görüşlerinden de istifade ederek bu gerekliliği yerine getiren bir siyasi rota çizdi. Ancak mevcut koşullarda bu çok zorlu bir teşebbüstü. İlk meyvelerini vermesi için zamana ihtiyacı vardı. Ayrıca bu rotayı canı gönülden ve fikren destekleyecek siyaset insanlarına da… CHP bunun için en uygun yerdi. Çünkü CHP, siyasi İslâmcılar dışında hepimizin içinden doğduğu ve Atatürk'ün emaneti kutsal bir kaynaktı. İYİ Parti'nin kaynağı da kurucu değerlerimiz olduğuna göre siyasi ihtiyaç devam ettiği sürece Millet İttifakı devam eder.

(U.D.): O halde İYİ Parti'nin kuruluşu ve Kemal Kılıçdaroğlu'nun inisiyatifiyle seçime girme yeterliliğini kazanması sürecindeki rolünüz tarihi bir misyonun gereğini yerine getirmekti.

CUMHURİYET İÇİN BAŞARILI OLMAYA MAHKUMLAR

(A.Ç.): Kesinlikle! 31 Mart 2019 seçimlerinde ortaya çıkan tablo CHP'nin geniş kesimlere açılmasının ve İYİ Parti gibi merkez seçmenlerin AKP içinde erimesini önleyecek bir partiyle iş birliği yapmasının Türkiye için çok hayati olduğunu gösterdi. Bize tüm meşakkatine ve çetinliğine rağmen sabır ve sebatla ilerlediğimiz yolun doğruluğunu ortaya koydu. Artık Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş, Tunç Soyer gibi birçok siyasetçinin herkesi kucaklayacakları bir döneme girdiğimizi görüyorum. Onların Türkiye'yi 200 yıllık medeniyet rotamızda ilerletmeleri tarih önünde sorumlulukları olacak. Maruz kalacakları sorunlar ve sıkıntılar ne kadar ağır olursa olsun başarılı olmaya mahkum ve mecburlar. Bundan şüphem yok. Aksi halde SHP örneğinde olduğu gibi sadece partilerine değil, Cumhuriyetimizin savunucularına ağır darbe vururlar.

(U.D.): Sonuç olarak seçimleri başarılı buluyor musunuz?

(A.Ç.): Millet İttifakı açısından başarılı olmuştur. Sayın Meral Akşener'in uzlaşmacılığı ve milliyetçiliği ile Sayın Kılıçdaroğlu'nun yukarıda iade ettiğim tutumu bu başarının temelidir. Bu başarı iktidardaki zihniyet açısından orta ölçekli bir öncü depremdir. Bu anlayışı algılayan ekonomik dinamikleriyle Türkiye'nin gelecek ufkunu temsil eden, Türkiye'yi vergileriyle ayakta tutan büyük şehirler AKP-MHP ittifakını geriletti.

(U.D.): Yalnız AKP dünyadaki finans krizinin ülkemize yansımasıyla 2009 Yerel Seçimleri'nde çok daha fazla oy kaybetmişti. Hele hele 2001 krizi nedeniyle 2002'de tüm merkez partilerinin sandığa gömülüp baraj altında kalmaları göz önüne alınırsa bu gerileme az değil mi?

(A.Ç.): Bu karşılaştırmalar ilk bakışta doğru gibi görünebilir. Ancak koşulların farklılığını dikkate almak gerekiyor. Seçmenlerimiz 2002 seçimlerinde, 90'ların başlarından itibaren yaşanan ekonomik krizler zincirinin sorumluları gördüklerini cezalandırdı. Yani cezalandırma 12 yıllık bir sürecin sonucu. AKP ise dünyada sıcak paranın hiç görülmemiş imkanlar sunduğu bir dönemde iktidara geldi. 2017'ye kadar bunun sonuçlarından yararlandı. Dünyadaki para bolluğunun kredilerle Türkiye'ye yansıtıldığı suni refah olgusu gerçek zenginlik sanıldı. Bu AKP'nin ekonomik başarı mitini yarattı. Mitler kolay kolay çökmez.

BAŞKANLAR ENGELLENİRSE AKP GÜVEN KAYBEDER

(U.D.): Yani toplum hayat pahalılığını, küçülmeyi ve işsizliği yeni fark etmeye başladı diyorsunuz…

(A.Ç.): Evet. Ancak henüz bu idrakin başındayken seçime gidildi. Tepkimizi de buna göre gösterdik. Mit artık bir daha tedavüle giremeyecek şekilde yıkılıyor. İktidardaki zihniyet artık dönüşü olmayan yola girmiş bulunmaktadır. Sürecin çok partili demokrasi tarihimizin en köklü yenilenmesini tetikleyecek olmasının başlıca sebebi de budur. Bundan sonra medyanın iktidarın mutlak hakimiyeti altındaki utanç verici propagandası da etkisini kaybedecek. Devletin kurumlarının bir kuvvetler birliği rejimi gibi işletilmesi de çare olmayacaktır. Tunç Bey'e, Mansur Bey'e ve Ekrem Bey'e ve büyük illerde yeni seçilmiş başkanlara yapılacak engellemeler ise iktidara güven kaybını hızlandırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.