Rabıta demokratları-2

Rabıta, her ne kadar tasavvuf başlığı altında bilinen bir sözcük olsa bile artık çoğumuz biliyoruz ki bu ülkede ve aslında bütün dünyada tasavvufların pek çoğu banka tasarrufları olmuştur.

FETÖ’cüler dahil tüm dini cemaatlerde ve özellikle Nakşibendilik tarikatlarında öne çıkan rabıta eylemi, her ne kadar ilk bakışta Allah aşkına, peygamber sevgisine ‘layık olabilmek’ için şeyhi vasıta olarak kullanmak şeklinde tanımlanıyor olsa da on binlerce insanın toplandığı bir cemaatin sadece ibadet ve rabıta ile meşgul olmayacağını elbette tahmin edebiliyoruz.

Eninde sonunda mensupları artan bir cemaat önce propaganda maksatlı yayın işlerine girer. Sonra esnaf kuyumculuk işlerine girer. Derken bir bakmışsınız başta inşaat, tekstil, gıda, taşımacılık, turizm, hatta ‘Sadat’ adlı şirket gibi savunma, aklınıza gelen her sektörde zibil gibi şirketler açmaya başlarlar.

Denilebilir ki “Onların ticaret yapmaya hakkı yok mu?”, üstelik sözde piyasa ekonomisi altında yaşıyoruz değil mi? Ancak cemaatlerin ana gayesi Allah aşkına ulaşmaktan ziyade sermaye birikimi oluşturmak olunca, bunu da din kisvesi altında yapıyor olmaları dikkate alınınca, ortada sistem adına kayıt dışı ciddi bir dolandırıcılık döndüğünü dikkate almak gerekir.

Bütün dini cemaatler tıpkı Diyanet İşleri camilerinde her cuma namazı sonrası “Camiye yardım, camiye yardım” diye para toplayan resmi devlet memurları gibi mensuplarından şu veya bu şekilde para toplamaktadırlar. FETÖ’cülerin himmet parası dedikleri meblağı diğer cemaatlerin uygulamadığını sanmak için ahmak olmak gerekir.

Aradaki fark şimdilik şudur. Diğer cemaatler, yardım-himmet parası denilen gayri resmi aidatlarını FETÖ’cüler gibi zorunlu tutmayıp olayı biraz daha gönüllülük esasında tutmaktadırlar. Ekonomik durumu müsait olmayanlardan zorla para alınmaz. Ama durumu azıcık uygun olanlardan dahi cemaatteki yoksullara yardım, cemaat yurtlarına, külliyelerine yardım maksatlı paralar toplanmaktadır ve elbette ciddi bir sermaye birikimi yaratılmaktadır.

Böylesi bir sermaye birikimi, kapitalizmin işine gelen bir durum olduğu için darbe girişiminde bulunulmadıkça devlet veya sistem tarafından teşvik dahi edilir. Ne var ki eninde sonunda tüm cemaatler şeyhlerine bağlıdırlar. Şeyhin aklına “Yahu bu kadar güçlendik. Kumbarada epeyce para da birikti. Artık bir devlet olsak!” şeklinde bir şeytan vesvesesi gelip gelmeyeceğini kimse garanti edemez. Hem zaten bütün cemaatleri tarikatları dikkatle izleyen, hatta yönlendirip yöneten onca gizli servisler varken şeyhlerin şeytan vesveselerinden münezzeh olduğunu sanmak için epeyce saf olmak gerekir. Ajanları dahi tespit edemeyen şeyhlerin sözde kerametleri kendinden menkuldür anlayacağınız.

Bu kadar insanı rabıta adlı bir gönül bağı ile topladığınızda elbette bu mevzu sadece teoloji ve sosyolojinin konusu olmaktan çıkıp ekonomi politik bir kimliğe bürünür. Neredeyse bir tane tarikat şeyhinin ve şeyh civarındaki tarikat büyüklerinin bir mesleği dahi yoktur. Çalışmazlar. Ancak hiçbiri ekonomik sıkıntı yaşamaz. Mercedes’lerde memleket dolaşırlar.  Külliye adını verdikleri, ümmet-millet evi adını verdikleri saray gibi yerlerde yaşarlar. Allah için bir tane olsun, bir hırka bir gömlek yaşayan şeyh görmedim ben... Eskinin tasavvuf masallarıdır onlar ve inek gibi sağılacak müritlere anlatılır sadece.

Bütün bu cemaat, tarikat saltanatları basit bir rabıta işi ile temin edilir. 7 gün 24 saat, gece gündüz şeyhini aşk ile düşünmek zorunda kalan, bunu sonsuz bir kurtuluş vesilesi sayan bireylerin sayısı on binleri bulunca ortada elbette büyük bir ilahi aşk değil, epeyce bir işletilecek sermaye birikir

Tarikat müritleri, bir kerecik olsun bir şeyh yerine normal bir insana aşık olmayı deneseler aradaki büyük farkı görecekler ama maalesef ağır muhafazakar Anadolu kültürü dünyanın en doğal rabıta işi olan kadın ile erkek rabıtasını neredeyse tamamen ortadan kaldırdığı için kimi erkek bireyler hemcinsi olan şeyhler, şıhlar ile, tarikata henüz bulaşmamış kimi başka erkek bireyler de zavallı eşekler ile rabıta kurmaktadır. Ne var ki eşek rabıtası da bir yere kadar sürmektedir.

Normal cinselliğin, gerçek aşkın, hatta mastürbasyonun bile yasaklandığı topraklarda eninde sonunda bir tarikatın pençesine düşülmektedir. Tarikatlar bünyesinde pedofili sapıklar elbette bu yazının konusu dışındadır. Maalesef bir de böyle bir sorun vardır.

Cemaat ve tarikatların ürettiği, yılların bir diğer kadim palavrası gerçek aşkın sadece tanrıya, Allah'a duyulabileceği palavrasıdır. Sanki herkes bir Mevlana olmak zorundaymış gibi sallamaktadır sözde tasavvuf mafyası... Üstelik Mevlana'nın da kime aşık olduğu sanki bilinmezmiş gibi...

İki insan arasındaki aşk bile eninde sonunda ekonomik bir mikro cemaat olan aile ile sonuçlanırken bütün bu cemaat ve tarikatların saf saf Allah aşkıyla, peygamber sevgisiyle meşgul olamayacakları zalim bir kapitalist düzende yaşıyoruz.

Ancak ve ancak bu kirli düzen değişirse bu cemaat ve tarikatlar da gerçekten tasavvufun konusu olan Allah aşkıyla meşgul olmaya başlayabilirler belki gariban Yunus Emre gibi… Cumhuriyet tarikatlarını gördükçe anlıyorum ki bir hırka bir gömlek ile Allah’a ulaşmayı başaran bir tek Yunus Emre olmuş. En doğrusunu Allah bilir tabii…

Devam edecek…


Önceki ve Sonraki Yazılar