Süleyman Karan

Süleyman Karan

Riyakâra liyâkatın nesi gerek?

Şimdi diyeceksiniz ki, “Bürokrası ve cari siyaset hiç bu kadar yerlerde sürünmemişti. Bu kadar ahlaksız ve akılsız bir düzeye gerilememişti”. Evet hiç bu kadar müptezel ve hiç bu kadar pespaye olmamıştı bu ülkede, ne siyasi retorik ne de bürokratik kadrolar... Ama şu da bir gerçek ki, bir ülkenin siyaseti ve kamu yönetimi de gökten zembille inmez ya da yerin dibinden bitmez... Gökten taş düşüyorsa kafamıza, yerin dibine giriyorsak rezaletten, bu biraz da bizim kırık aynadaki görüntümüz değil de nedir?..

Bataklık içimizde fokurduyor

Şu anda bir Afrika diktatörlüğünü andıran bir silsile halindeki devlet mekanizması, bunun en iyi örneği... Kapukulu gibi bir emniyet, padişahın kadılarından oluşan bir yargı mekanizması, kabile gibi davranan siyasi parti grupları ve bunlardan oluşmuş bir yasama organı... Ve bir yurttaş olarak bunları değiştirmek için mü- cadele eden küçük bir kesim dışında, muhalifiyle iktidar yandaşıyla, devletiyle tebasıyla bu çarpıklığa, bu yozlaşmaya kıyısından köşesinden eklemlenmek için ‘arpa peşinde’ koşan koskoca bir ülke... Böylesi ülkelerin siyaseten arınması için önce ahlaken arınması, bir titreyip kendine gelmesi şart... Bu olmadan bugünkü iktidar gitse dahi yerine gelecek ve bü- yük olasılıkla merkez sağ-merkez sol bir koalisyon da pek az şeyi değişterecek. Zira bataklık sivrisinek üretmeye devam edecek ve o sinekler dönüp dolaşıp yine kanımızı emecek.

Nimetler tepsiyle sunulursa...

Zira çok az şeyi hak ederek, malını, kanı- nı, canını, geleceğini ortaya koyarak elde etmemişiz pek çok şeyi... Cumhuriyetin ve laikliğin nimetleri bir tepsiyle asker-sivil aydın ve bir avuç onurlu insan tarafından bize sunulmuş. Çaba harcanmadan elde edilen nimeti nimetten saymayan bir toplum olarak, kolayca harcamayı bilmiş, lafın ötesinde, belli günlerde duygulu şiirler ve bağıra çağıra marşlar okumak dışında, bu nimetlere nasıl sahip çıkılacağını bilememişiz. Kaldı ki, bir süre sonra o nimetleri temsil eden siyasetçiler ve bürokrasi de öylesine liyakattan ve halktan uzaklaşmış ki, iş tümüyle çığırından çıkmış.

Riyakârın liyâkat arayışı!..

En garibanından sözde burjuvasına, en cahilinden en aydınına benzer bir ahlaki zaafiyet içinde yaşamıyor muyuz, yaşamadık mı? Sonra da sanki hiç bu düşüklüğe bulaşmamış gibi, bir de utanmadan eleştirmiyor muyuz? Hele ki 12 Eylül denen o iğrenç askeri müdahalenin ardından, ne kadar onurlu olabildik ya da ne kadar yurtsever? Ne için bir bedel ödemek gibi bir derdimiz oldu? Bırakın onu, bir devlet hastanesinde, insan gibi sıramızı bekledik mi, bir diğer vatandaşa saygı gösterdik mi? Ne gezer!.. Sırada bir öndeki hastanın yerini kapmak için hastabakıcılar arasında hemşehri arayıp, yaltaklanmak ve bunu marifet sayıp “Neyse ki bir hemşehri bulduk, sağ olsun çok yardımcı oldu. Sayesinde sıra beklemedik” diye böbürlenen biz... Alkollüyken araba kulanıp, trafik polisine cezanın yarısı kadarını rüşvet vermeyi teklif etmek, eğer kabul etmişse “Adam rüşveti aldı, anlayışlıymış, ucuz kurtardık” diyen biz... Devlet kapısında işini halletmek için dosya arasına 50 TL, 100 TL sıkıştırıp, iğrenç bir gülümsemeyle memura uzatan yine biz. Vergi kaçırmak için en düzenbaz muhasebeciyi bulmaya çalışan yine biz... Kamu kurumlarında araya ‘hamili kart yakınımdır’la oğlunu-kızını hiç de yeteneği olmadığı işlere kapılandırmaya kalkan biz. Onu da bırakın, özel sektörde iş görüşmesinde uzaktan akrabalıktan hemşehriciliğe her türlü katakulliyi devreye sokmaya çalışan yine biz.

Siyaset: Cukkalama sanatı

Siyaseti bir yurtseverlik görevi gibi görmek yerine, ‘ne cukkalarsam kâr’ hesabıyla zerre siyasi bir fikre sahip olmadan siyaset yapan da biz. İlçe belediyelerinde meclise girip nereden çıkar sağlayacağını düşünen, en yakın arkadaşını kündeye getirmek için sotada yatan yine biz... Ve tüm bunları yaparken, şimdi o ağzı sulanarak baktığı konumdaki benzerine, “Bu ülkede liyâkat yok, herkes bir üstünü pohpohlayıp koltuğunu sağlama alıyor, bu millet bunlara layık değil” diyen de biz.

İşte böylesine riyâ içinde bir hayat yaşayıp, sonra da liyâkattan söz eden insan topluluklarının liyâkata dayalı bir devlete sahip olması hiç mümkün değil. Aslına bakarsanız, Türkiye’nin merkez sağ, yozlaşmış, devlet malını talan eden iktidarlarla yaşayıp gider olmasının temel sebebi bu. “Bu kafayla ve bu ahlakla merkez sol bir iktidarda ne değişir?” derseniz, aslına bakarsanız pek az şey değişir, bu da doğru... Değişmesi gereken, karakterlerimiz, ahlaklarımız, ağzımızdan çıkanla gerçekten yaptıklarımız arasındaki o utanç makasının kapanması... Ya da sonuna kadar riya içinde layığını bulmaya, yani liyâkatsız bir devletin zulmü altında yaşamaya fazlasıyla layığız!

Önceki ve Sonraki Yazılar