Anayasa değil banayasa referandumu

Anayasa değil banayasa referandumu

CHP Eski Genel Başkanı Altan Öymen, halk oylamasına sayılı günler kala yeni anayasa teklifi ile ilgili önemli açıklamalar yaptı

CHP İstanbul milletvekili İlhan Kesici’nin “Bu anayasa referandumu değil, ‘banayasa referandumu’dur” sözlerine katıldığını belirten Öymen, bu yorumun geniş kesimlerce de isabetli bulunduğunu söyledi.

Öymen, ‘hayır’ afişlerinde yer alan kız çoğunun yüzünün karalanmasını ise “Hayır diyen herkese kızıyorlar,” sözleriyle değerlendirdi. “Çizgilerinden belli, büyük bir hırsla yapmışlar. Barbarlık bu…” dedi. 

***
Anayasa değil, BANAYASA referandumu!

Anayasa referandumu için öne sürülen gerekçelerin inandırıcı olmadığını belirten Altan Öymen, hedefin cumhurbaşkanını tüm alanlarda geniş yetkilerle donatmak olduğunu söyledi.
Bu anayasa referandumu değil, "banayasa referandumu"dur diyen CHP’li İlhan Kesici’ye hak veren Öymen, bunun geniş kesimlerce de isabetli bulunduğunu belirtti.

***

Bütün devlet teşkilatı ‘evet’ için harekete geçmiş

*Cumhurbaşkanı Erdoğan 6 Nisan tarihli Balıkesir konuşmasında halka hitap ederken, Kılıçdaroğlu’nun SSK’nın başında olduğu döneme ait bir video izletti. Kılıçdaroğlu’nun SSK’yı iyi yönetemediğinden söz etti, hastane görüntülerini ekrana verdi.  Çok fazla siyasi propagandaya şahit oldunuz. Siz siyasetin içindeydiniz, dinlediniz, gözlemlediniz, gördünüz, söylediniz… Kaç seçim çalışmasına şahit oldunuz bilmiyorum ama böyle bir şey gördünüz mü? 

Çok önemli bir noktaya işaret ettiniz. İktidarda bulunanlarda şöyle bir inanış ve alışkanlık var: “Ne kadar kavga edersem, rakibime ne kadar hücum edersem, kamplaşma olur, iki farklı kamp birbiriyle savaşır; bu benim şimdiye kadar işime yaradı, yine de yarayabilir”…  Bunu esas alıyorlar. Bir de seçimler eşit şartlar altında olmadığı için (hele bu referandumda o eşitlik ilkesi tamamen rafa kaldırıldığı için), mütemadiyen hücum ediyorlar. Öbür taraf ise o hücumlara cevap verme imkânını bile bulamıyor. Çünkü iktidar kanadının konuşmalarını saatlerce ve tekrar tekrar yayımlayan TRT ve benzeri televizyonlar, muhalefetin cevaplarını yayımlamıyor. 

*Şu anda ülkemiz halk oylamasına gidiyor; yeni anayasayı, beraberinde yeni sistemi, ‘evet’ ya da ‘hayır’ diyerek oylayacağız. Ama düşmanlaştırılan bir muhalefet partisi lideri var. Halk sandık başına CHP-AKP oylaması yapmak için mi gidecek? Hayır. Kılıçdaroğlu-Erdoğan arasından bir tercih mi yapacak? Hayır. Peki neden miting alanlarında Kılıçdaroğlu videolarda gösteriliyor? Neden sürekli Kılıçdaroğlu’na sesleniliyor? Neden değiştirilen anayasa olduğuna göre, anayasayı anlatmak yerine suçlamalar ile mitingler geçiriliyor?

Şu manzaraya bir bakın, daha önceki söyleşilerimizde de bu noktaya değinmiştik… Sabahleyin kalktığınızda iktidar erkânı televizyonlarda, değindiğiniz gibi çoğunlukla anayasa konusundan hiç söz etmeden, ana muhalefete hücum ediyor. “Kılıçdaroğlu’nun zamanında SSK’nın şu hastanesinin hali ne durumdaydı?” gibi hiç alakası olmayan bir konu üzerinden puan kazanmaya çalışıyor. Referandum konusunu bir genel seçim havasına sokuyor. O hava içinde de sadece kendi sesinin duyulmasını sağlıyor.
Propaganda imkânlarının bu ölçüde eşitsiz hale getirildiği, demokrasiye geçişimizden beri görülmüş şey değil. Askerî dönemlerin bir kısmında bile böyle bir şey yaşanmadı. Mesela 1961 Anayasası için yapılan referandumda, “hayır” oyu kullanmak isteyenlere bugünkülere benzer müdahaleler olmadı.  Zaten o referandumun sonucu belli: Referandum askeri yönetim koşulları altında gerçekleştiği halde, "Hayır" oyu verenlerin oranı yüzde 40'a ulaştı. "Evet" oyları yüzde 60 civarında kaldı. 
Bu referandum öncesinde ise eşitsizlik artık öyle bir mertebeye vardı ki, bütün devlet teşkilatı vatandaşları “evet” demesine katkı yapsın diye harekete geçirildi. Sokaklar, caddeler boyunca cumhurbaşkanı ile başbakanın fotoğraflarından geçilmiyor… Her yerde “Kararımız net, oyumuz evet” sloganları…Yapılan toplantıların sahnesinde bile devlet müesseselerinin, belediyelerin armaları var. Her yerde devlet vasıtaları kullanılıyor. 

Bunu ben görerek söylüyorum. “Kaç tane seçim gördünüz?” diye sordun, sayısını ben de unuttum. Türkiye’nin geçmişinde sadece referandumların değil, seçimlerin propaganda dönemlerinde bile, iktidarın, tüm devlet imkânlarını kullanarak, eşitlik ilkesini bu ölçüde çiğnediği görülmemiştir. Hele demokrasi alanında bizden daha tecrübeli ülkelere bakalım, onların hiçbirinde böyle örnekler yok. Tam tersine, her seçim öncesinde tüm partiler, kendi propagandalarını eşit koşullar altında yaptıktan başka, öteki tüm partilerin de gene eşit şartlar altında konuşabildikleri tartışma programlarına katılıyorlar. Başka demokratik ülkelerdeki son seçimler öncesindeki duruma bakın: ABD'deki, Fransa'daki seçimlere. Demokratik ülkelerin hiçbirinde böyle bir şey yok. Bu şartlar altında yapılan bir referandumun eşit şartlar altında yapıldığı elbette ileri sürülemez. 

‘Hayır’ diyen herkese kızıyorlar

* Fotoğrafta “hayır” billboardlarındaki kız çocuğunun suratı karalanmış. Altına da “evet” ve “RTE” yazılmış.  Eskiden sokaklarda böyle şeylere şahit olur muydunuz?

Münferit hadiseler olarak afişlerin yırtılması, bayrakların indirilmesi gibi olaylar görülmüştür. Yalnız bugünkü durumda, münferit olaylar söz konusu değil. Koskoca caddeden geçiyorsun, ne kadar hayır afişi varsa hepsini ucundan kenarından yırtmışlar. Devletin güvenlik güçleri de hiçbir şey yapmamış. Kim yırttı kim yırtmadı diye takip etmemiş. Eskiden bu ölçüde yaygın olaylar olmazdı. Başlangıçta 1946, 1954 ve 1957 yıllarındaki seçimlede bazı yerlerde üzücü hadiseler yaşanmıştır. Fakat 60’lardan sonraki seçimler sırasında bunlar çok nadirleşmiştir. 

*”Hayır” afişindeki kız çocuğunun yüzünün karalanması le ilgili ne düşüyorsunuz?

Güneş ve kız çocuğu bir arada ve çok sempatik bir afiş bu. Ama bugün iktidarda bulunanlar, kimin olursa olsun, isterse bir küçük çocuğun resmi olsun, “hayır” ifadesi taşıyan her şeye kızıyorlar. Çocuklara bile kızıyor, çocuklara bile tahammül edemiyorlar. Küçük bir kız çocuğu var orada, onun yüzünü karalamışlar. Ve çizgilerinden belli, bunu büyük bir hırsla yapmışlar. Barbarlık bu… 


Sistemin figüranları mı olacaklar?

*Binali Yıldırım, “2019’daki seçimde siz karar vereceksiniz. Öyle seçim olsun, milletvekillerini seçelim, Ankara’ya gitsinler, zaman geçirsinler… Türkiye kaybediyor, böyle olunca zarar ediyoruz. Artık patron siz olacaksınız, seçim bittiği akşam hükümet belli oluyor” diyor. 
Hepsini bir günde, bir seçimde hallediverelim… Bu ne biçim anlayıştır. Demokrasilerde böyle anlayış olmaz! Amerika’da seçim Kasım başında oluyor, Trump ne zaman göreve geldi?

*20 Ocak, tam 20 Ocak’ta göreve başladı. 

Yani 1.5 aya yakın zaman geçti, seçimden sonra. Genellikle de öyle olur, o tarihte göreve başlarlar.  Sadece başkan değil. Çünkü bir geçiş dönemi vardır ve hazırlığı yapılır. Ama bize gelince: Akşama belli olsun. İş bitsin. Niçin? Meclis'ten artık bir şey beklemediklerinin bir itirafı bu. Her şey artık, başkanın kararıyla olacak… Oysa Meclis'in, hiçbir şey yapmayacak olsa bile, en azından, başkanlık divanını kurması, komisyonları seçmesi, parti gruplarını oluşturması lazım. O işleri bile "zaman kaybı" gören bir zihniyet var. Sayın Yıldırım, "zaman kaybı"nı başka şeylerde arasın. Meclisi ikide bir tatile sokuyorsun. Bayramlar, seyranlar diyorsun,  komisyonları çalıştırtmıyorsun… Yeni bir seçimden sonra, en azından, Meclis'in milletvekillerinin birbirini tanıması lazım. Milletvekilleri başka yerlerden gelmişler, selamlaşacaklar, tanışacaklar… Bunları bile çok görüyorlar milletvekillerine… Sadece o "Türk tipi cumhurbaşkanlığı" sisteminin figüranları olsunlar… Bu mudur amaç?

Celal Bayar’ın kızı da ‘hayır’ dedi

* 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın kızı Nilüfer Gürsoy, Hürriyet gazetesine tam sayfa 'Hayır' ilanı verdi. İlanda, "Asırların ender yetiştirdiği Atatürk bile tek adamlığı aklından geçirmemişti. Tek adamlık tekliflerini elinin tersi ile reddetmişti. Hangi demokrasilerde tek adamlık yer bulabilir? Tarihte oyla diktatörlüğe geçen bir tek Hitler örneği vardır" yazıyordu. Nasıl değerlendirirsiniz?

Nilüfer hanım, üçüncü cumhurbaşkanımız rahmetli Celal Bayar'ın kızıdır. Ama o özelliğinin yanında çok değerli bir akademisyendir. Ayrıca, 1960'tan sonra milletvekili seçilmiş, uzun yıllar parlamenterlik yapmıştır. Hürriyet gazetesinde yayımlanan çağrısı, ülkemizin bir bilim ve siyaset insanı olarak taşıdığı sorumluluk duygusunun ifadesidir.

Sayın Gürsoy'un çağrısının gösterdiği gerçeklerden biri de şudur: Bugünkü iktidar partisi AKP, ülkemiz siyasetindeki yerinin Demokrat Parti ile ANAP'ın ilkeleri ve siyasetiyle bağdaşan bir çizgide olduğu iddiasındadır. Daha önceki seçim kampanyalarında o iddiayı içeren açıklamalar yapmış, afişler, sloganlar yayımlamıştır. 2002'de iktidara geldiğindeki kadrolarında, gene DP ve ANAP geleneğinden gelen politikacılar yer almıştır. Önemli mevkilerde görevlendirilmişlerdir. 
Bu anayasa değişikliği girişiminden sonra, AKP'lilerin, artık o iddiayla bir ilgileri kalmadığı ortaya çıkıyor. Zaten eski DP, AP, DYP ve ANAP'ta bulunup da sonradan AKP saflarında yer alan politikacıların çoğunun, bu anayasa değişikliğinin karşısında olduğu görülüyor. Sadece onların değil, AKP'nin kurucu insanları arasında olanlardan bazısı da, bu "Anayasaya evet" kampanyasının dışındadırlar. Görüşlerini, referandumdan sonra açıklayacaklarını belirtiorlar.

Kısacası: AKP, artık, DP gibi, ANAP gibi eski orta sağ-liberal-milliyetçi-muhafazakar partilerin hedefleri ve kadrolarının da detekleyebileceği bir parti olma iddiasından uzaklaştıkça uzaklaşmıştır.


‘Sisler Köprüsü’ gibi…

*Artık referanduma çok az bir süre kaldı. Süreçte neler yaşadık? Okuyucularımıza ne söylemek istersiniz?

Süreç, demokratik ülkelerin hiçbirinde  örneği görülmemiş ölçüde eşitsiz koşullar altında geçti. Başta TRT olmak üzere, medyanın çok büyük bir kısmı iktidarın "Evet" kampanyasının yayın araçları haline getirildi. Toplantı ve gösteri yoluyla propaganda alanında ise, iktidar mensuplarının devletin tüm imkânlarını kullanması, yasalara da aykırı bir şekilde devam etti.

Caddelerdeki duvar afişleri, dövizler, pankartlar açısından da, kamusal imkanlar, "evet" propagandası için seferber edildi. Olağanüstü hal koşulları içinde bunlara itiraz olanakları da kullanılamadı. Böyle bir durum başka demokratik ülkelerinde görülmedi demiştim ama bu ölçüde eşitsizlik manzaraları, demokrasi tarihimizde de ilk defa görüldü.

Propaganda konuşmalarında ve yayınlarında, "evet"çilerin kullandığı üslup ise, "hayır" oyu kullanmak isteyenlere yönelik ağır suçlamalar ve hakaretler içeren çok yakışıksız bir üsluptur. Bütün bunlar bence, üniversitelerin gerek hukuk, gerek siyasal bilimler ve uluslararası ilişkiler alanındaki bölümlerinde, öğrencilere ders olarak okutulmalı, akademisyenlerin konusu olmalıdır. Siyaset hayatında "nelerin yapılmaması", "nelerin söylenmemesi" gereğinin anlatılması, öğretilmesi için…
Referandumun sonucuna gelince… Onu bu haftanın son gecesinde hep birlikte göreceğiz… Sonuçların nasıl çıkacağı, hepimizin o gün sandığa gidip oylarımızı kullanmamıza bağlı…
Meslektaşım Ülkü Çoban'la, bu sütunlarda yaptığı söyleşilerde haftalardır referandum konusunu konuştuk. Başlangıçta da belirttiğim gibi, bizi bir köprüden geçirmeye çalışıyorlar. O köprü bir "sisler köprüsü" gibi… Arkasında iyi bir şeyler olduğu iddialarının hiçbirinin inandırıcılığı yok. Son söz olarak tekrar edeyim: Sonuç, inşallah hayırlı olur.

Kesici, doğru bir tanımlama yaptı

*CHP milletvekili İlhan kesici “Bu anayasa değil, babayasadır” dedi. Bu tanım çok beğenildi hatta Uğur Dündar sosyal medya hesabından “Tek adama ölümsüzlük dışında her türlü yetkiyi veren tek adam anayasası için en çarpıcı tanımı CHP'li İlhan Kesici yaptı: "BANAYASA!" yorumunu yaptı. Siz Kesici’ye katılıyor musunuz?

İlhan Kesici'ye göre, anayasa değişikliği için öne sürülen gerekçelerin hiçbiri inandırıcı değil. Ortada bir tek hedef var: Devlet yönetinindeki tüm yetkilerin cumhurbaşkanında toplanması…

Kesici'yle yapılan söyleşiyi izledim. Referandumun gerek içeriği, gerek uygulanması hakkında isabetli analizler yaptı. Vardığı sonucun özeti şu:Anayasa değişikliği için öne sürülen gerekçelerin hiçbiri inandırıcı değil. Ortada bir tek hedef var: Cumhurbaşkanını, tüm alanlarda çok geniş yetkilerle donatmak. Bunu, referandum nedeniyle çıktığı kürsülerde de, bizzat cumhurbaşkanı da belirtiyor zaten…


Kesici de bunu özeteyen bir kafiyeli tanımlama yaptı: Bu anayasa referandumu değil, "banayasa referandumu" diyor. Bunun kamuoyunun geniş kesimlerinde çok isabetli bulunduğu, sosyal medyadaki yorumlardan anlaşılıyor.