Sağım solum sobe-1

  Solculuk ve sağcılık kavramlarını gündelik dilde herkes gönül rahatlığıyla kullanır. Kendimizi bildik bileli bu kavramların ne anlam taşıdıklarını iyi kötü biliriz. Peki, kaçımız bu kavramların nereden çıktıklarını merak ettik? Elbette çok okumuşlarımız bunu bilebilirler. Hatta bir yerde hiç okumadan bunu tahmin eden zeki bireyler de olacaktır.  Ancak kabul edelim ki, pek çoğumuz sağcılık ve solculuk dediğimiz kavramların nereden türediklerini, tarihte ilk olarak nerede ve neden kullanıldıklarını merak dahi etmedik.      Peki, ama nereden çıktı bu sağcılık ve solculuk? Bu kavramlar, ilk olarak 1789 yılından sonra Fransız Devrimi sürecinde kullanılmaya başlanmıştır. Fransız parlamentosunda bir grup üye devrimi, devrimciliği savunurken bir grup üye monarşiyi ve geleneği savunmuşlardır. Parlamentoda her nasılsa devrimi savunanlar parlamentonun sol tarafına, monarşiyi savunan kraldan çok kralcılar ise sağ tarafa oturmuşlardır. Yani tamamen bir tesadüftür.     Eğer ki devrimciler o gün meclisin sağ tarafına oturmuş olsalardı bugün hepimiz sağcıydık. Neyse ki monarşistler daha atak davranıp meclisin sağ tarafına çöreklenmişlerdir ki bugün hepimiz kendimizi solcu olarak görüyoruz dostlar. Fransız meclis üyeleri o gün yanlış tarafa otursaydılar gerçekten hepimiz için büyük bir talihsizlik olurdu. Düşünsenize, daha sonra sosyalizm doğacak ve başta Marx olmak üzere Allah muhafaza hepimiz kendimizi ‘sosyal demokrat, sosyalist, komünist ve sağcı’ olarak niteleyecektik.    Fransız devriminden miras kalan sağcılık ve solculuk kavramları aslında 20’nci yüzyıl başlarına kadar pek yaygınlaşmadı. Çünkü kapitalizmin büyümesi ve daha da azgınlaşması gerekiyordu. 20’nci yüzyıl başlarında sembolik bir monarşi rejimi altında yaşayan İngiltere’nin Muhafazakâr Partisi dayanamayıp “Sağcıyız ulan biz” dedi ve hem Avrupa’da hem dünyada sağcılık ile solculuk kavramları karşılığını bulmaya başladı.    Elbette seksen çeşit sağcılık sekiz yüz çeşit solculuk var günümüzde. Yekpare bir sağcılıktan hele hele solculuktan söz etmek olanaksızdır. Düşünsenize ‘Türk Solu’ diye ultra sağcı bir dergi bile var bu ülkede. Özellikle Türkiye’de her solcu bireyin ayrı bir ideolog olduğu da dikkate alınırsa gezegendeki en çok solcu çeşidinin Türkiye’de olduğu da söylenebilir.    Türkiye solculuk çeşidi açısından cennet gibi bir ülkedir. Öyle ki bir rakı sofrasına oturup güzel güzel sohbet eden aynı sol fraksiyondan dört solcu arkadaş sabaha karşı “Ne olacak bu memleketin hali?” sendromu sonrasında rahatlıkla dört ayrı yeni fraksiyona bölünebilirler. Bu durum sağcılar arasında pek yaşanmaz. Sağcılar sanki ayrı sağ ideolojilere sahip gibi görünseler bile sola karşı, solculara karşı, eşitliğe karşı, özgürlüğe karşı, demokrasiye karşı, kısaca ne kadar güzellik varsa hepsine karşı olmak üzere anında birleşiverirler. Bunun ülkemizdeki en iyi ve güncel örneği 14 yıldır yaşandığı üzere AKP-MHP kardeşliğidir.   Tarihsel gelişim ekseninde sağcılık neyi savunur? Maalesef ülkemizdeki ağır sağcıların, sağcılığın neyi savunduğundan pek haberleri yoktur ve zaten o yüzden sağcıdırlar. Sağcılık kolaycılıktır. Cahilliğin ideolojisidir sağcılık. Yaşatmayı değil öldürmeyi sevenlerin sığındığı siyasi tercihtir sağcılık. Sorgu suale tartışmaya gerek yoktur. Kötülüğün ideolojisine kapak atar çok birey bu yüzden.    Sağcılık ülkesine, zamanına göre şunları savunur. Sağcı ideolojiler için monarşi iyi bir yönetim biçimidir. Halkın kendi kendini yönetmesine gerek yoktur. Halkın başında bir kral, bir padişah, bir sultan, bir halife, bir reis, bir ‘başgan’ olmalıdır. Cumhuriyet ve demokrasi bile gereksiz araçlardır onlar için.    Kendini sağcı olarak tanımlayan milyonlar bilmezler ama sağcı ideolojiler insanların eşit olamayacağını, bu nedenle yurttaşlarına eşit olarak yaklaşması gereken sosyal devlete de gerek olmadığını savunurlar. “Her koyun kendi bacağından asılır” der sağcılık... Ancak bunu yaparken koyun olarak gördüğü insanları genellikle dine veya ırka dayanan cemaatler içinde kontrol altında tutmayı başarır. Cemaatlerin liderleri vasıtasıyla toplumlar rahatlıkla güdülmüş olur.   Sağcılar için hayatın en mutlak gerçeği olan sosyal sınıflar yoktur. Bireylerin sosyal sınıflarını değiştirmesi asla istenmez. Teorik olarak liberal ve neo-liberal siyasetler ile sanki her bireyin böyle bir şansı varmış gibi algı yaratılır ancak gerçek hayatta sosyal sınıf değiştirmek Milli Piyango’dan en büyük ikramiyeyi kazanmak kadar düşük bir şanstır. Buna rağmen, tamamı palavracı ve sahtekâr olan sağ ideolojiler bu şansı çok büyükmüş gibi sunmayı iyi becerirler. Bireylerin kendilerini ekonomik anlamda içinde buldukları sosyal sınıfları göz ardı eden, görmezden gelen sağcı ideolojiler bunun yerine sadece tesadüfen doğuşta elde edilmiş ırk, millet, ulus gibi kavramları kutsallaştırıp her ırka, millete ayrı ayrı pazarlayarak bu kavramları insanlığın mutlak bir hedefi gibi satarlar. Sağcılık, böylece dünyadaki 200 ayrı ırk, millet, ulusa kendi uluslarının geri kalan 199 ulustan üstün olduğunu sanma salaklığını yaşatır. Bu budala oyundan sonra sonuçta aşırı sağcılık ve resmen bildiğimiz faşizm doğar.   Sağcı ideolojilerin kendini sağcı olarak tanımlayan bireyleri ustaca kandırmayı başardığı bir diğer kadim oyuncak ise dindir. Uzun uzadıya tarihten örnekler vermeye hiç gerek yok. Çünkü Türkiye olarak bırakınız son 14 yılı çok partili burjuva demokrasisinin başladığı 1950’lerden beri ağır bir şekilde yaşadığımız bir sorun bu. Tek partili dönemin CHP’sinden türeyen Türkiye sağcılığı Demokrat Parti, Adalet Partisi, ANAP gibi sağcı partiler vasıtasıyla dini sonuna kadar kullanıp etinden, sütünden, iliğinden, yününden, kemiğinden bol kese sömürmüşlerdir.    Askeri cunta zamanları da dâhil olmak üzere Türkiye demokrasi tarihi din bezirgânlığı tarihinden başka bir şey olmamıştır. NATO ve uluslararası sermaye odakları tarafından kurdurulan aşırı sağ partilerden MHP ve günümüzün AKP’si olacak olan MSP gibi partiler ise sola karşı solculuğa karşı kullanılmak üzere daima Dr. Frankenstein’in sağcı zombileri olarak beslenmiş ve büyütülmüşlerdir. Ne var ki 21’inci yüzyıla gelindiğinde sağcı zombiler Dr. Frankenstein’ı da yemişler ve sağcılığı ele geçirmişlerdir.    Utanmadan yoksul insanlara miting meydanlarında Kuran sallayan bu yeni tür ucube sağcılık 1500 odalı saraylarda yaşamayı, milyonluk Mercedeslere binmeyi doğal karşılamaktadır. Bütün dinlerin yasakladığı hırsızlığı dahi din adına savunmaktadır. Ne yazık ki bütün bu din sahtekârlıkları hala toplumdan ciddi bir destek alabiliyor. Camileri bile “Sırf inşaat olsun ayakkabı kutularımız, kasalarımız ağzına kadar dolsun” diye yapan bir mafya çetesini Müslüman sanıp destekleyen milyonlarca sağcıyla bir arada yaşıyoruz. Ne var ki umutsuzluğa gerek yok. Daha yapacak çok işimiz var.

Önceki ve Sonraki Yazılar