Sağır dilsiz hem de başarılı!

Bu haftanın en ilginç filmleri, gene ilginç bir şekilde benzerlik taşıyorlar. Ama, ayrılıkları da fazla. Birisi Fransız, diğeri ise Ukrayna yapımı filmlerin, birisi romantik komedi tarzında, ama diğeri yakıcı ve sorgulayan bir şiddet sergiliyor izleyicisine. Evet, bir farkları daha var: Fransız filmi ülkesinde gişeleri yıkıyor. Ama, Ukrayna filmi için her 1 seyirci ‘velinimet’ kapsamında değerlendiriliyor!

Bizde ‘Hayatımın Şarkısı’ adı ile gösterime giren ve Bélier ailesinin dizi tadındaki maceralarına tanıklık ettiğimiz film ülkesinde 7,5 milyon seyirci alması ile dikkati çekiyor. Ama, elbette seyirci ilgisini sadece “dizi tadı” ile açıklayamayız.

‘Hayatımın Şarkısı’ Fransa için uzun zamandan beri ilk kez ‘Fransız’ bir film. Açıklayayım: Fransa hakkında aslında çoğunlukla Hollywood’da üretilmiş klişeler vardır. Çoğunun gerçekle uzaktan dahi ilişkisi yoktur. ‘Hayatımın Şarkısı’ ise, seyircisi ile sahici bağlar kurabilen, kendine ait olduğunu hissetmesini sağlayan bir film.

Müzik öğretmeni sayesinde
Köy ve kooperatif ilişkisi, yerel siyasetçilerin inandırıcılıklarını yitirmesi, cinsellik ve en önemlisi de müzik, yani Michel Sardou! ’68 hareketinin merkezi Fransa ise, gençliğinin en önde müzisyenlerinden birisi ise, Sardou idi. Filmde ‘Mozart klasik müzik için ne ise, Sardou Fransa için odur’ dediğinde, zaten bütün Fransa’yı yakalamış demekti!  Çünkü, Fransız halkı hâlâ ’68 gençliğinin devrimci mirasını seviyor. Rodolphe, Gigi ve oğulları Quentin sağır ve dilsizdir. Ama kızları Paula sadece işitmek ve konuşmakla kalkmaz. Köye çakılıp kalmasını kabullenemeyen müzik öğretmeni Bay Thomasson’un dikkatini çeker. Paula’da yıldız sopranao olacak ses yakalamıştır ve aslında, böylece tekrar Paris’i fethedebileceğini ümit etmektedir. Sağır ve dilsiz bir ailenin kızı Paula hem kendi ayakları üzerinde durma mücadelesi verir ve hem de aile bağının ve sevgisinin önemini anlar.


Vahşetin sessizliği
İlk uzun metraj filminde Ukraynalı yönetmen Miroslav Slaboshpitsky, tüm dünyanın dikkatini çeken bir film ortaya çıkardı. Sağır ve dilsizler için özel eğitim veren bir okulda geçen hikâyesi ile seyircinin deyim yerindeyse ‘kanı donuyor’!
Sergey daha çocukluktan çıkmak üzeredir, sağır ve dilsizler okuluna geldiğinde. Kendisini bir anda sağır ve dilsiz gençlerin oluşturduğu çetenin içinde bulur. Artık okulda var olmak için bu çeteye dahil olmak zorundadır.
Hırsızlık, gasp, fuhuş, infaz gibi tüm çete işlerinde kendisine verilen görevleri yerine getiren Sergey fahişelik yapan Anna ile daha yakın ilişki kurmaya kalkışınca, çetenin kurbanı olur.
Elbette, yönetmenin anlattığı hikâyeyi ‘bir zamanlar Ukrayna’da bir yerlerde’ geçtiği için hayatımızın dışında tutabilir ve bir çekmeceye kapatabiliriz. Ama, çevremize dönüp baktığımızda, insan ilişkilerinin ciddi bir bölümünün şiddete bağlı yürüdüğü bir toplumsal bağ yarattığını kabul etmek zorundayız. Yönetmen Miroslav Slaboshpitsky, insan aklına hiç gelmeyecek bir mekâna ışık tutarak, bize aslında şiddetin kapsama alanı hakkında, alışık olmadığımız bir gerçekle yüzleşmemizi öneriyor.
Belki, oyunculuk, görselliği ve dramaturjisi ile hiçbir zaman Tarantino’nun ‘Pulp Fiction’ı gibi ‘kült’ bir film olmayacak, ama gençliğin içindeki vahşi şiddetin dışa vurumunu oldukça çarpıcı ve unutulmayacak mizansenlerle ifade etmeyi başardığı için hep anımsanacak bir film, ‘Kabile’.


Taşrada bir yaz günü
Daha geçen sene onu maceradan maceraya koşan bir rolde izlerken, şimdi karşımıza yaşlı ve huysuz bir dede olarak çıkması bence hiç hoş değil. Evet, Fransız sinemasının en özgün oyuncularından, Jean Reno’dan söz ediyorum. İki torunu ile yıllar sonra buluştuğunda kendisini bir aile dramının ortasında bulan, yalnızlığının sonu geldiğine sevinen bir ihtiyar…
Provence’ın muhteşem doğası ile insani çatışmaların çelişmesini ustalıkla resmeden yönetmen, aile, bağlılık ve hoşgörü gibi değerler için izleyiciye önemli duygusal anlar hediye ediyor.


Köpek en iyi dostum
Sinemada ‘rolünü bekleyen’ oyunculardan birisi de Cengiz Bozkurt’tur. Çok belirgin ve özellikli yüz çizgileri ve mimleri epik bir oyunculuk için kendisine büyük bir şans tanıdığı kanısındayım. Ama, çoğu kez ‘teatral’ rollere mahkum edilmiş bir şekilde karşımıza çıkıyor.
Bence ‘İyi Biri’ içinde çokça ‘sinema tadı’ barındıran bir film olmuş. Eminim ki, yönetmen de, içinde hepimizin çok beğeneceği filmlere imza atacak bir potansiyel taşıyor. Çünkü, sinematografi için verdiği emek ortada. Son olarak, ‘İyi Biri’nin Hayvan Hakları Federasyonu HAYTAP tarafından özellikle önerilen bir film olduğunu belirtelim. Çünkü, Cengiz Bozkurt’un rol arkadaşı ‘Karakız’ adından bir köpek.

Önceki ve Sonraki Yazılar