Şah Fırat: Yalanlar ve Gerçekler

Bizler, “toprak fetişisti” insanlar değiliz; “bir çakıl taşı bile vermeyiz” edebiyatı yapanların, ülkenin fabrikalarını, limanlarını, tersanelerini, ırmaklarını, ormanları nasıl sattıklarını en iyi biz biliriz. Bizler “militarist” hiç değiliz; “vatan, millet, sakarya” hamasetinin bu ülkeyi nereye götürdüğünü, onca talanın, soygunun, hırsızlığın üzerinin “ezan, kuran, bayrak” denilerek örtülmesinin canlı şahitleriyiz. O halde ne? Neden Süleyman Şah Türbesi operasyonu söz konusu olduğunda, ısrarla “toprak kaybı”na, “geri çekilme”ye işaret ediyor, bunu vurguluyoruz? Onlarca insanın yaşamından daha mı önemli bizim için üzerinde türbe olan bir avuç toprak parçası? Hayır değil elbette, IŞİD’le herhangi bir çatışma yaşanmaması, IŞİD bahanesiyle türbenin bir işgal merkezine dönüştürülmemesi, askerlerin sağ salim ülkeye dönmeleri sevindiricidir ve zaten kimse de aksini düşünmemiştir. Ama… Aması şu: Şah Fırat Operasyonu bir bitişin simgesidir; iktidarın emperyal hevesleri burada bir kez daha hakikat duvarına toslamış, Suriye politikasının iflası bir kez daha teyit edilmiştir. Üstelik bu sefer en güçlü, en tartışmasız bir şekilde gerçekleşmiştir bu teyit. Eğer siz üç saatte Şam’ı almaktan, Emevi Cami’nde şükür namazı kılmaktan, komşu ülkenin devlet başkanına ömür biçmekten söz ederseniz, “önce elinizdeki toprağa sahip çıkın” cümlesini işitmeniz de kaçınılmaz olur. Eğer siz, dün “Süleyman Şah namusumuzdur, dokunanı yakarız” diye ahkâm keser, sonra da türbeyi sınırın 200 metre dibine taşıyıp türbeyi koruyan askerlerin YPG ve IŞİD gözetiminde tahliyesini “askeri başarı” diye sunarsanız, birileri de çıkıp “ortada aleni bir yenilgi var” diye gerçeği haykırır. Dahası, ertesi gün elinizdeki medya gücüyle, altı gazeteye birden “başkomutan/şanlı ordu/zafer” temalı manşetler attırır, bunu ucuz bir propaganda malzemesine dönüştürürseniz, biz de çıkar “yalan söylüyorsunuz” der ve gerçeği ifşa ederiz. Nedir o gerçek? Birincisi, bırakın Suriye’yi işgali, Suriye’de bir karakolu dahi elde tutmanın imkânsız olduğu anlaşılmıştır. İkincisi, istendiği kadar inkâr edilsin “izin almadık, haber vermedik” denilsin, sahada YPG güçleriyle koordineli bir şekilde hareket edilmiştir. Üçüncüsü, IŞİD’e boyun eğilmiştir. IŞİD’in “türbeyi taşıyın yoksa alırız” tehdidi işe yaramış, türbe ve karakol boşaltılmıştır. Dördüncüsü, sınırınız hemen dibinde ve PYD kontrolündeki bir bölgeye türbeyi taşımanız, toprak kaybetmediğiniz anlamına gelmez. Süleyman Şah türbesinin arazisini taşımadığınıza göre “toprak kaybı” açıktır. Ve beşincisi, ortada açıkça bir uluslararası hukuk ihlali bulunmaktadır; türbenin yeni yeri resmi olarak Suriye toprağıdır ve üstelik bir Suriye vatandaşının tapulu arazisi, yani özel mülküdür. Bunların ötesinde, Şah Fırat operasyonu, ne sadece bir toprak kaybı ne geri çekilmedir; az önce söylediğim üzere çöken bir dış politika anlayışının, iflas etmiş bir paradigmanın somutlaşmasıdır. Türkiye’nin İsrail, Suriye ve Mısır’da büyükelçisi yoktur; işadamları Libya’dan kovulmaktadır, İran hızla yükselmektedir, Suudi Arabistan ve Katar Türkiye’yi dışarıda bırakan yeni hamlelere hazırlanmaktadır, uluslararası arenada “cihatçı destekçisi ülke” imajı giderek güçlenmektedir, bu ise bir çöküştür. Çöküşün içeriye yansıması mı? Elbette olacaktır; fizik yasası gibi kesin değilse de sosyal bilimlerin de yasaları vardır ve “son İhvan rejimi”nin mevcut haliyle varlığını devam ettirmesi bilimsel açıdan mümkün görünmemektedir. Yönü bilinmemekle birlikte bir değişim kaçınılmazdır. 

Önceki ve Sonraki Yazılar