Havuç, sopa politikası ve tarım zehirleri

   Almanya’da, İtalya’da veya başka birçok Avrupa ülkesinde otobüslere, tramvaylara her kapıdan insanlar iner ve biner. Biletlerini otobüsün, tramvayın içinde bir alete okuturlar. Okutmazlarsa bedava binmiş olurlar. Metrolarda da durum buna benzer. Türkiye’den ilk gidenlere bu araçlar bedava imiş gibi gelir. Ancak içeride kontroller olur. Her seferde kontroller olmaz, ama bilet 1-2 euro iken, biletsiz bindiniz ve kontrole yakalandı iseniz 50-100 euro gibi epeyce bir ceza ödersiniz. Berlin’de dikkatimizi çekmişti. Otobüs hareket ettikten sonra arka sıralarda oturan atkuyruklu ve dövmeli gencin aslında kontrolör olduğunu, kartınızı veya biletinizi sorduğunu görürsünüz. Bu kontrol sıklığı o kadar iyi ayarlanır ki biletsiz gezen açıkgözler sonunda büyük bir ceza öderler. Aşağı yukarı hergün seyahat edenlere kontrolör haftada yaklaşık altı defa rastlar. Kısacası sopa politikası gayet etkili bir şekilde işler.   Şimdi gelelim tarımda kullanılan zehirlere. Dikkat ettiyseniz tarım ilacı demiyorum. Çünkü bunlar gerçekten insan, böcek, kurbağa hatta dozu fazla olursa bitkiler için zehirdir, öldürür. Mevzuatımıza göre hangi bitkiye hangi zehirlerin atılacağı bellidir. Kafanıza göre her zehiri, her bitkiye kullanamazsınız. Gene hasat ile ilaçlama arasında her zehire göre önceden belirlenen belirli bir sürenin (gün olarak) geçmesi gerekir. (Bu konudaki sorunlara hiç girmeyelim) Bu da yetmez her ilacın hangi dozda atılacağı bellidir. Üründe belli bir dozun üstüne çıkarsa çiftçiye ceza yazılması, ürünün imha edilmesi gerekir. Bu uygulamalar ülkemizde hiç yapılmıyor değil, ama oldukça seyrek yapılıyor. Berlin’deki yolcu örneğine dönersek eğer bilet 2 euro iken, kontrolör size iki ayda bir uğruyor ve sadece 10 euro ceza alıyorsa, siz de haftada 80 defa otobüse biniyorsanız cezayı ödemeye razı olmanız, ahlak ilkelerini bir tarafa bırakıyorsanız gayet rasyonel bir seçimdir. Ülkemizde zehirleri yasaların öngördüğü kuralların dışında kullananların oranının çok olmasının bir nedeni de bu sopa politikasının gayet etkisiz olmasıdır. Bu arada tarım zehirlerinin hiç kullanılmamasının, bunun yerine agroekolojik tekniklerin uygulanmasının (örneğin bağlarda sıraların hâkim rüzgâra paralel oluşturulması), zararlı veya hastalıkla baş edilemiyorsa da ev yapımı tarım ilaçların kullanılmasının hem tüketici hem de üretici için iyi olduğunu belirtelim.    Diğer yönden havuç politikası da iyi işlemiyor. Örneğin tarım zehirlerini hiç kullanmadan ekolojik üretim yapanlar yeterince teşvik edilmiyor. Sebze yetiştiriyorsanız dekara 75 TL. prim veriliyor. On dekar sebze yetiştiriyorsanız 750 TL alırsınız. Bu hiç de etkili bir havuç politikası sayılmaz. Çünkü bunu almak için sertifikasyon şirketine çok daha fazlasını ödemeniz gerekir. Ziraat Odası aidatını alır. İşten kalırsınız, lokanta, dolmuş, dosya parası vb. derken birçok kişi için bu değmez. Ürünlerinizi de iyi fiyatlardan satamazsınız. Bu desteklerin daha etkili olması gerekiyor. Örneğin ekolojik köylü pazarları, topluluk destekli tarım grupları desteklenmelidir. Ekolojik tarım konusundaki eğitim de çok yetersiz. Ev yapımı ilaçlar tanıtılmıyor. Daha ziyade bio-pestisit denilen gene şirket tarım ilaçları öneriliyor. Bunlar üstelik muadili denilen tarım zehirlerinden çok daha pahalılar.    Brezilya’da Topraksızlar Hareketinin çiftçileri “Biz zehir kullanmayız, çünkü ailemiz de yetiştirdiğimiz ürünleri yiyor. Çocuklarımızı zehirlemek istemeyiz” demişler. Ülkemizde de ekolojik bir projede çiftçiler bana aynı şeyi söylemişlerdi:    “Biz çocuklarımızı zehirlemek istemiyoruz.” İşte zurnanın zırt dediği yer burası. Bunu dedirtebiliyor musunuz? O zaman olayı çözdük demektir.O zaman sopa politikasına da gerek yok. Ancak o günlerden çok uzağız. “Bu ilacı içsen bile öldürmez” diyen köylüler var. Hatta üzülerek söylüyorum ziraat mühendisleri gördüm.

Önceki ve Sonraki Yazılar