Mustafa Ülkü Caner

Mustafa Ülkü Caner

Savaş

Dünya’nın en büyük ve önemli askeri dehalarından olan Mustafa Kemal ATATÜRK 1923 yılında savaşı şöyle tanımlamıştı: “ …Savaş bir cinayettir.”
Bu ‘cımbızladığım’ yarım cümleyi savaş karşıtı bir pasifist veya filozof söylese şaşırmaz insan.
Ama katıldığı veya bizzat komuta ettiği savaşlarda askerlerine “Ben size ölmeyi emrediyorum!” diyen bir komutanın ağzından bu sözleri duymak bazılarını şaşırtabilir.
Savaşı bir cinayet olarak da niteleyen Atatürk vatan savunması savaşlarında “öldür”, hatta kendi askerine “öl” emir veriyor.
Niçin?
Çünkü savaşı cinayet olmaktan çıkaran ancak meşru bir sebep olabilir.
Atatürk bu sınırı en azından T.C. ve yurttaşları için koymuş:
“Ancak, ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir.”
Asker, devleti idare eden kişi ve kurumların kararlarını ve emirlerini yerine getirmekle yükümlüdür.
Bu görevleri için eğitilir ve hazırlanır.
Son yıllarda siyasi ihtiraslar ve tertiplere ve şeriatçı tarikatçı ve FETÖ’cü bozgunculuklara rağmen TSK büyük bir disiplin ve düzen içinde görevlerini yerine getirmektedir.
“Ulusun hayati tehlike” içine girip girmediğine karar veren siyasi yönetimdir.
Son dönemlerde yapılan büyük politik hatalar toplumda derin bölünmelere yol açmıştır.
Ancak iktidarı ve ana muhalefeti başta olmak üzere toplumda ağırlıklı olarak görülen bir görüş var:
Komşularımız Irak ve Suriye ‘nin toprak bütünlüğü ve iç huzuru ve barışı bizim huzur ve barışımız için hayati önemdedir.
Bunun için her iki komşumuzun kuzey bölgelerinde veya bizim güney sınırlarımızda, hele emperyal güçlerin kontrolünde uydu “devletçikler” şeklinde silahlı örgüt iktidarları hoş görülemez.
Türkiye’deki hiç bir iktidar, aksi görüşte olamaz.
Olursa, bir gün bile iktidarda duramaz.
Zaten bunu savunan bir zihniyet iktidar olamaz da!
Sonuçta T.C. Hükümeti harekâta karar vermiş ve uygulama başlamıştır.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na da Afrin Harekâtı başlayınca şu açıklama yapmak kaldı:
‘’Hiçbir ülke kendi sınırlarında terör örgütünün yuvalanmasını istemez.
Türkiye’nin sınırlarında terör örgütünün konuşlanması hepimizin tepki göstereceği bir olaydır.
Komşularımızda birlikte barış içerisinde yaşamak istiyoruz.
Kendi ülkemizde kardeşçe yaşamak istiyoruz.
Hiç bir annenin acı çekmesini istemeyiz.
Bugün Afrin’de çarpışan askerlerimize şimdilik sadece şu dileklerimizi iletiyoruz.
Allah onların yardımcıları olsun’’
Umarız askeri kayıplarımız, şehitlerimiz fazla olmaz.
Savaş bölgesinde yaşayan sivil halk fazla zarar görmez.
Bu laflarımın safça dilekten öte bir değer taşımayacağını biliyorum,  gerçi.
Önümüzdeki dönemde yurtdışında yapılan askeri harekâtlar daha çok tartışılacağa benziyor.
Son yıllarda izlenen zikzak ve çelişkilerle dolu dış politika olmasaydı bu harekâtlara gerek kalır mıydı?
Örneğin Suriye ve Irak komşularımızın darmadağın edilmesine katkıda bulunmasaydık!
Bilindiği üzere “Büyük Ortadoğu Projesi”, kaos yarat, böl, parçala, yönet, sömürmeye devam et temeline dayanır.
Bundan dolayı Şam ile anlaşmadan Suriye’de yapılan tüm özellikle askeri müdahaleler haklı sebepleri bile olsa “Büyük Ortadoğu Projesi’ kapsamında mı acaba” diye kuşkulu gölgeler altında kalacaktır.
Bu kuşkudan ve gölgeden bir an önce sıyrılmak gerek!
Yapılanların tersine Şam ve Bağdat ile işbirliğini geliştirseydik böyle mi olurdu?
Kişisel egolardan ve eş başkanlık ruhundan ayrılıp, onlara iç barış çabalarında destek olsaydık bu operasyonlarla askerimizi ve ülkemizi risk altına atmamız şart olur muydu?
Başka deyişle, “ulusun hayatı tehlikeye girer” miydi?
Bu durumun iç politik hesaplara kullanılıp kullanılmaması samimiyet değerlendirilmesinde esas olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar