Seçim ve demokrasi…

Türkiye’de herhalde hiçbir seçim öncesinde “seçim”e inancın bu kadar dip yaptığı görülmemiştir.
7 Haziran seçimlerine her kesim kendi meşrebince ne kadar büyük önem atfediyor olursa olsun, katılım ne kadar yüksek olursa olsun ve seçim sonuçları ne olursa olsun toplum 'seçim'e ve seçim sonuçlarına güvenini yitirmiş durumda.
Kitaplarda Türkiye’de 1950 yılından beri serbest (özgür)seçimler yapılıyor olduğu yazıyor olması seçimlerin gerçekten serbest olduğu anlamına gelmiyor. Öte yandan, 7 Haziran seçimlerinin Türkiye’nin serbest seçimler tarihinde serbestlikten en uzak seçim olduğu muhakkak. Evet, Türkiye’de hiçbir seçim adil olmadı. Ama hiçbir seçim de bu kadar adaletsiz olmadı.
Zira Türkiye’de hiçbir yönetim ve hiç kimse iktidarı kaybetmeye bu kadar tahammülsüz olmamıştı. Ne tek parti döneminde on yıllarca sürdürdüğü iktidarını 1950’de kaybeden CHP ne de muhalefeti vatan haini ilan eden DP. Hatta kelleyi koltuğa alan darbeciler bile iktidarda kalmak için bu kadar hukuksuz, insafsız ve izansız davranmadılar.
Hukuksuzluğa, baskıya ve yağmaya dayanan bir yönetimin seçim söz konusu olduğunda “günah işleme özgürlüğünü” kullanmamasını beklemek safdillik olurdu.

***

Bununla birlikte, seçim sürecinde yaşanan adaletsizlikler, hileler ve yasaklar seçim ve demokrasi arasındaki ilişkiyi yeniden tartışmayı gerekli kılıyor.
Modern anlamda seçimler halkın egemen olması için değil bilakis egemen olmaması için kurgulanmıştır. Burjuva sınıfı tarafından demokrasinin kendisi olarak sunulan temsili demokrasi esasında toplumu edilgenleştirmeye, onu yönetimden uzak tutmaya yarar.
Örneğin, genel oy hakkı denilen herkesin tek ve eşit oy hakkına sahip olması ilk kez Fransa’da 1852’de yapılan referandumda gerçekleşmiştir. Louis Bonaparte’a imparatorluk yolunu açan oylamada (sadece erkeklere) genel oy uygulaması ile proleteryanın genel nüfus içinde eriyip siyasal etkinliğinin kırılması amaçlanmıştı.
Seçimlerin ve demokrasinin vazgeçilmez unsurları olduğu addedilen siyasi partilerin aslında ekonomik ve politik seçkinlerin politik enstrümanı olduğu ve halkın en iyi ihtimalle elitler arasında seçim yaptığı artık liberal düşünürler tarafından bile kabul edilmekte.
Tarih, seçimlerin gerçekten bir şeyleri değiştirseydi yapılmayacaklarını gösteren örneklerle dolu. Her türlü anti-demokratik yasalara, yasaklara ve baskılara rağmen istenmeyen bir sonuç ortaya çıkınca rejimin ve dış güçlerin ne tür tertiplerde bulunduğu bilinmekte. Örneğin, Şili’de sosyalist Allende seçimleri kazandıktan sonra Amerika destekli ordunun darbesi ile öldürülmüş, hükümeti devrilmiştir. Adına demokrasi denen rejimlerde bile sakıncalı partilerin seçimlere katılması yasaklanmıştır. Kısacası, burjuva demokrasisi bir yandan seçimlere neredeyse kutsallık atfederken bir yandan da gerçek bir rekabeti engeller durur.
Çok uluslu şirketlerin devletlerden ve hükümetlerden daha güçlü olduğu bir dünyada seçimlerin ne ifade ettiği başka bir sorun.

***

Malum, 12 Eylül darbecileri seçimlerin bir şeyleri değiştirme ihtimalini tamamen bertaraf etmek için çeşitli kısıtlamalar ve yasaklar koydu. Bugün darbecilerin anti-demokratik siyasi partiler yasası, yüzde 10 barajı vd. halen yerli yerinde.
On yıllardır toplum, iktidarı gasp etmiş “milli irade hırsızları” tarafından yönetilmekte. Bu düzenbazlık ve hokkabazlıktan ziyadesiyle yararlananlara bu da yetmiyor. Her türlü hile ve desise ile seçim sonuçlarını manipule etmeye çalışıyorlar. Bu gayrı meşru rejime bir de “ileri demokrasi” diyorlar.
Olumlu tarafı şu ki, iktidarın uygulamaları sonucunda toplum ilk kez seçim sisteminin ve seçim sürecinin fecaatiyle bu kadar doğrudan yüzleşti. Seçim sonuçlarının özellikle de iktidarın oy oranının tahmin edilemez olmasında bunun önemli rolü olsa gerek. Temennimiz bunun yüzde on barajlı son seçim olması.

Önceki ve Sonraki Yazılar