Seçmen davranışı

AKP ve Erdoğan’ın, “seçmen” ya da “milli irade” derken, esas olarak dokusu dönüştürülerek yıllar içinde dinselleştirilmiş toplum kesimlerini kastettiği açık.

AKP yönetimi ve Erdoğan; akıl tutulmasına uğramış, bilinci kuşatılmış ve inançları (din) tarafından yönlendirilen kalabalıkların bir toplumsal saflaşma durumunda kendi yanlarında olacağı konusunda emin görünüyor.
Yanıldıkları çok açık. Ama bu güveni duymakta pek de haksız sayılmazlar.
Çünkü Haziran/Gezi Direnişi’nden sonra olup bitenlere bakıldığında, AKP iktidarının siyasal olarak sonlanmış olması gerekiyordu.

Ancak Erdoğan’ın, toplumdaki saflaşmayı derinleştirerek, ülkenin tutucu, gerici ve daha kötüsü en geri/ilkel yanına oynayıp bu kesimleri kışkırtarak ayakta kaldığı görülüyor.

Erdoğan ve AKP, 7 Haziran seçimlerinin ortaya koyduğu net yenilgiye karşın, yüzde  40 oy almış olmanın sağladığı bir manevra olanağıyla toplumdaki bu geriliği yeniden kışkırtmaya hazırlanıyor.
Giderek siyasal ve ahlaki bir krize de dönüşen yolsuzluk skandallarına karşın, seçmen desteğinde çok büyük bir düşüşün olmaması ancak bu olguyla açıklanabilir.
Bu, akıl dışı bir durumdur.

AKP’nin aşağıya doğru giden bir eğri üzerinde olduğu ortada. Ancak tablo kesin bir çöküşe de işaret etmiyor.

Nedeni açık; insanların sosyo-ekonomik (sınıfsal) konumları ile siyasal tercihleri arasındaki pozitif ilişki kopmuş durumda. Bu durum seçmen davranışlarının akılcı bir yaklaşımla değil, inançla belirlendiği anlamına geliyor.

Örneğin bir işçi, kendi yoksulluğunun nedeni olan vahşi bir sermaye partisine oy verebiliyor. Nedenini de basitçe; “alnı secde gören bir aday” diye açıklıyor.

AKP iktidarda kaldığı sürece belli bir toplumsal temele oturttuğu ‘kötülüğü’ siyasallaştırarak ömrünü uzatmaya çalışacak.
Bu nedenle AKP’yi iktidarda tutmak,  kötülüğün hükümdar olmasını istemekle aynı anlama geliyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar