'Selahattin Demirtaş'ın hayatı tehlikede mi?'

Hakan Aksay, Demirtaş’ın bazı demeçlerinden yola çıkarak şu hükme varmış: “Bizzat kendisine (ve/veya parti yönetimine) yönelik bir provokasyon, suikast, saldırı ya da katliam yapılmasını ihtimal dahilinde gördüğünü belli ediyor.

Bu soru, T24’de yazan Hakan Aksay’ın, seçim öncesi aylardan birinde yazdığı bir makalenin başlığı idi.

Aksay, Demirtaş’ın bazı demeçlerinden yola çıkarak şu hükme varmış: “Bizzat kendisine (ve/veya parti yönetimine) yönelik bir provokasyon, suikast, saldırı ya da katliam yapılmasını ihtimal dahilinde gördüğünü belli ediyor.”

Aksay, sahiden böyle bir tehlike var mıdır konusunda kendisine ait açık bir fikir belirtmemekle birlikte, yazısının genel muhtevasından çıkarsadığımız kadarıyla, böyle bir tehdidin AKP tarafından geleceğini mümkün gördüğünü söyleyebiliriz.

Bizce, bu güne kadar Devlet olanaklarıyla çeşitli oyunlar oynamış olmasına rağmen, AKP, rakibi olan Teokratik Diktatörlük heveslisi örgütten, yani Cemaat’ten, farklı olarak, her şeye rağmen, bir meşruiyet dairesinde kalmaya veya görünmeğe çalışmıştır.

Bir suikast tertiplemek gibi açık bir gayrı meşruiyeti hiç düşünmemiş olmalılardır, bu günkü halleriyle de düşünmeyeceklerdir.

O halde, “Selahattin Demirtaş'ın hayatı tehlikede mi?” sorusunun cevabı ne olmalıdır? Bizim cevabımız “Elbette tehlikededir!” olacaktır. Tehlikenin geleceği yer de, paradoksal bir şekilde, HDP’nin arkasında olan PKK’dır.

İkinci adama tahammül yok


Kamuoyu önüne çıktığından bu güne kadar, Demirtaş’ın sergilediği kişiliği ve siyasetçi performansını objektif olarak değerlendirirsek, onun, ortalamanın çok üstünde sempatik, açık sözlü, cesur, zeki, alçak gönüllü, karizmatik bir insan olduğunu söyleyebiliriz.

Her ne kadar kendisi, fırsat buldukça Abdullah Öcalan’a olan saygısını belirtmişse de, bir Serok örgütünde (Kürtçe “Serok”: Türkçe “Başbuğ”, “Lider”, “Önder”, Almanca “Führer”, İtalyanca “Duce”) kabul edilemeyecek kadar büyük bir takipçi kitlesi yaratmıştır.

Bu tür örgütlerin tarihine bakılırsa, Lider, asla ikinci bir adamın örgüt içinde güç kazanmasından hazzetmez: Onu, kendince meşru yöntemlerle pasifize edemezse, öldürür.

Sergei Kirov, 1905’den beri Sovyet İhtilalci hareketinde önemli roller oynamış, partisinde sevilen, bir liderdi.

Stalin’in Trotski türü rakiplerini temizlediği dönemde, Stalin yanında yer almıştı. Kirov, Bolşeviklerin 1934 başındaki kongresinde, 1225 delegenin 1222’sinin oyu ile Merkez Komitesi’ne seçilmişti. Lider Stalin daha az oyla seçilmiştir.

Böyle bir adamın varlığı, elbette Diktatör tarafından hoş görülmez. Önce, Moskova’da pasif bir şekilde tutulur, sonra Leningrad Parti Örgütü’nün başına tayin edilir. Merkez Komitesi toplantılarına çağrılmaz olur. Muhaliflerine karşı sert, asık suratlı, sinsi Stalin’e zıt olarak, hayatı, içmeyi seven, açık sözlü, toleranslı Kirov, taraftarlarını artırmaktadır.

1934 sonundaki kongrede, parti muhalefetine karşı anlayışlı olunmasını isteyen konuşması, delegelerin büyük alkışıyla karşılanır. Bu, bardağı taşıran son damla olmuştur. Stalin’in tetikçisi NKVD (KGB’nin atası) Komiseri Yagoda organizasyonuyla, Kirov bir serseriye öldürtülür.

Üstelik, bu cinayeti, sanki Stalin’in muhalifleri işlemiş gibi bir çok muhalif suikasta karıştığı iddiasıyla tutuklanıp öldürülür. Üstelik, alay eder gibi, Kirov’un ismi, bir ‘Devrim Kahramanı’ olarak bir kaç şehre birden verilir.

Aynı hikayeyi, tarihin bütün diktatörlüklerinde okursunuz. Bu durumda, Kirov’la kıyaslanmayacak kadar büyük bir başarı içindeki Demirtaş’ın, hayatı tehlikede değildir demek, mümkün olabilir mi?

Esasen, gayet zeki bir insan olduğu anlaşılan Demirtaş’ın, böyle bir tehlikeden habersiz olduğunu zannetmemek gerekir.

Hakan Aksay’ın yazısında, Demirtaş’ın partisinin il başkanları toplantısında şunları söylediğini okuyoruz: “Eğer ki bu seçim kampanyası döneminde başımıza bir iş gelirse, olabilir, benim bütün arkadaş ve yoldaşlarımdan özel bir ricamdır: Bu gemi limana götürülecek, sizlere emanettir. Bunu sizler başaracaksınız. Ben buna canı gönülden, yürekten inanıyorum. Çünkü biz tek bir adam hareketi değiliz."

Sondaki, “Çünkü biz tek bir adam hareketi değiliz." cümlesine dikkat ediniz.

Demirtaş, kendisinin başına bir şey gelmesi ihtimali dolayısıyla, “biz tek bir adam hareketi değiliz." der görünmekte; ama, muhtemelen, Öcalan’a da , “Artık, Tek Adam olarak davranma!” mesajını göndermektedir.

Esasen bütün HDP sürecinde, örtülü bir İmralı-HDP-Kandil sürtüşmesinin varlığı hissedilmekte idi. Bir çok yorumcunun tahmin ettiği gibi, büyük bir ihtimalle, bir Erdoğan-Apo işbirliği ile, barajı geçme ihtimali olmayan bir HDP kurdurularak, Erdoğan’ın istediği Anayasa değiştirmeğe mümkün AKP çoğunluğunun sağlanması düşünülmüştü.

Baraj aşılırsa kıyamet kopmaz

Fakat, evdeki hesap çarşıya uymamış; büyük ölçüde, Selahattin Demirtaş’a atfedilecek bir başarıyla, HDP, işe asılarak, AKP’yi iktidarsız kılmıştır.

Bütün bir seçim sürecinde, AKP’li önde gelenlerin veya AKP memuru gazetecilerin şikayet ettiği bir tema vardı: “Yahu, bu adam İmralı’yı da dinlemiyor!” Belli ki, ellerindeki kamuoyu araştırmaları, yaklaşan tehlikeyi göstermekteydi. Erdoğan’ın sağ kolu Yalçın Akdoğan’ın “HDP’nin barajı aşamaması halinde kıyamet kopmaz… Ayrıca Demirtaş’ın ve Kandil’in yaptığı açıklamalar, sanki İmralı’yı etkisiz hâle getirmeye çalışıyor gibi.” sözleri hatırlardadır.

Öcalan açısından, HDP’nin başarısı, tatlı-ekşi bir lezzette olmalıdır. Bir yandan, PKK başarısı vardır; öte yandan kendi ‘karizmasını’ gölgeleyen yeni bir Lider zuhur etmiştir.

Bu günkü durumda, Öcalan’ın, içinde bulunduğu bu ekşi vaziyeti, Stalin usulü çözmesi elbette akıldan uzaktır. Kendi özgürlüğü için, etkin bir HDP’ye ihtiyacı vardır.

Yine de, Öcalan’ın 4 Haziran tarihinde gönderdiği ve “AKP'nin tek başına hükümet kuracağı çoğunluğu alması ihtimalini güçlü görüyorum. Bu eğer gerçekleşmezse, oluşacak koalisyon ya da dıştan destek konusunda Türkiye demokrasisi ve çözüm-barış süreci açısından en olumlu olan açıktır ki AKP-HDP ittifakıdır. Başta Kürt seçmenler olmak üzere, hem AKP hem HDP seçmenince en kabul görecek, demokrasiye, demokratikleşmeye ve barışa en fazla hizmet edecek olan seçenek budur."  dediği mesajına, “Sevgili Başkanım” diye başlamış olması, akla, “Ölüm Öpücüğü” denen kavramı, yani katledilecek kişinin kim olduğunu, onu öperek göstermek kavramını, getiriyor.

Acaba, Öcalan, “Vur dedik öldürdün, işin cılkını çıkardın. Bir de AKP ile koalisyon yapmazsan, bil ki, öpüldün!” mü demek istedi, bilemeyiz.

Öcalan’a iyi niyet atfetsek bile, her anti-demokratik örgütte olduğu gibi, kapalı kapılar ardında binbir cambazlığın dönmekte olduğunu tahmin edeceğimiz PKK’da, bir grubun veya etkin şahsın, ya Apo’ya hoş görünmek için, ya Apo’yu zor duruma sokmak için, ya kendi liderlik iddiasını ortaya koymak için, çılgınca bir iş yapması hiç de ihtimalden uzak değildir.

Umarız, Diyarbakır’da, Urfa’da değişiklik ihtiyacında olan cadde ismi yoktur da, Türkiye siyasetinde, kendisini desteklemeyenler nezdinde bile takdir uyandırmış bir genç, bütün Türk vatandaşlarına uzun yıllar hizmet edebilir.

‘Kaybedince, kaybetmesini öğren’


Stack O’Lee isimli eski bir Amerikan Halk şarkısı vardır. Stack O’Lee, vicdansız, zalim bir kumarbazdır. Bir gün kumarda Stetson marka şapkasını kaybeder. Sonra da, kazanan adamı çeker vurur. Her tarafında, “Kötü adam, Stack O’Lee”, “Zalim adam Stack O’Lee” geçen şarkının nakaratı şöyledir: “When you lose your money, learn to lose!” (“Paranı kaybettiğinde, kaybetmesini öğren!”)

Cumhurbaşkanı Erdoğan da, makamını hiçe sayarak, seçim kumarı oynadı ve kaybetti. Meydanlara inmemiş olsaydı, kimse ona kaybettin diyemezdi.

Şimdi, milletin kendisinden beklediği şey, bir Stack O’Lee olmaması; Belediye Başkanı iken, İnönü’nün damadı, Atatürkcü Metin Toker’in bile çalışkanlığını, hizmetlerini övdüğü bir insan olmaya geri dönmesi: Yani, Anayasa’nın öngördüğü tarafsız, kendinden çok ülkesini düşünen bir Cumhurbaşkanı olması.

Bu mümkün müdür? İnsan için, kendi davranışlarını idare etmek açısından, mümkün olmayan hiçbir şey yoktur.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, siyaseten bitmiştir. Bu hakikat, onu daha iyi bir insan olmaya uyandırır umarız.

Amatör psikiyatr Mehmet Barlas


Ne demiş Mehmet Bey: “7 Haziran genel seçimlerinde çok farklı iç ve dış odakların ana hedefi Cumhurbaşkanı Erdoğan'dı...

Yarı-resmi SABAH gazetesi yazarı Mehmet Barlas’ın seçim sonrası hasar-tamir yazılarından birinin başlığı:
“Erdoğan'a saldırarak ezik egolar onarılamaz.”

Peh peh! Yahu, hem, teokratik diktatörlük peşindeki bir hareketi, daha pek uzun yıllar iktidarda kalacağı zannedildiğinden destekleyen, hem de, entellektüel olma iddiasındaki birisinin, seçim kaybettikten sonraki ‘ego’su mu ezik olur, yoksa bu harekete muhalif olan ve seçimde kaybettiğini mutlulukla gören birisinin ‘ego’su mu?

Ne demiş Mehmet Bey: “7 Haziran genel seçimlerinde çok farklı iç ve dış odakların ana hedefi Cumhurbaşkanı Erdoğan'dı... Olaya siyasal değil de Freudiyen açıdan bakmayı denersek, Cumhurbaşkanı Erdoğan bu kesimlerin bir çeşit ruhsal saplantılarını da oluşturuyordu.”

Düşen hedef olmayacak mı?

Mehmet Bey, bahsettiğin kişi, Anayasa’yı, teamülleri hiçe sayarak, Cumhurbaşkanı gibi değil, AKP Genel Başkanı gibi seçim meydanlarına düşen birisi, seçimlerde o hedef olmayacak da kim olacaktı? AKP Genel Merkezindeki çaycı mı?

Barlas, bizler gibi muhaliflerin, Erdoğan’a karşı oluşuna, “ruhsal saplantı” teşhisini koymasını, “Freud'un sözlüklerimize soktuğu” dediği, “Ego”, “Id”, “Süper-Ego” kelimelerini tokuşturarak, kendince gerekçelemiş.

Bir puro, bazan, sadece bir purodur!

Birincisi, Freud sözlüklerimize bu kelimeleri sokmadı. O, Almanca’da, halkın anlayacağı bir şekilde, “Ben”, “O” ve “Üst-Ben” anlamına gelen “Das Ich”, “Das Es” ve “Das Über-Ich” kelimelerini kullanmıştı. Onu İngilizceye çeviren ünlü bir Amerikan psikiyatrı, entellikten olacak, bu kelimelerin İngilizcesini kullanacak yerde, bunları jargonlaştırarak, Latince “Ego” “Id” ve “Super-Ego” kelimelerini kullandığı için, sen öyle zannettin.

İkincisi, her sözün, davranışın arkasında, bilinç-dışı bir motif arayanlara, Freud’un söylediği rivayet olunan bir lafı, sana hatırlatmak lazım: “Bir puro, bazan, sadece bir purodur!”

Yani, adam puro içiyorsa, bunun binbir bilinç-dışı sebebi olmayabilir; belki sadece zevk aldığından içiyordur.

Bizler de, Erdoğan’ı eleştirirken ‘ezik egolar’ımızı tatmin etmek için değil, onun yolunu yanlış bulduğumuz için eleştirdik.

Önceki ve Sonraki Yazılar