Serefli olmak ve istifa kurumu

Sadece batıda değil, doğuda da yöneticiler ya da politikacılar başarısız olduklarını düşündüklerinde oturdukları koltuktan kalkar işi başkalarına devrederler. Her şerefli insanın bunu yapması gerekir.

Çok gördük: Bir Avrupa ülkesindeki iktidar partisi, genel değil, yerel seçimlerde bir yenilgi alır; parti lideri istifa eder. Bir Asya ülkesinde, büyük bir tren kazası olur, sanki tren makinisti kendisiymiş gibi, Ulaştırma Bakanı istifa eder. Hatta, bizde, söz verdiği sürede tepeyi alamayan subay, vaz geçtik istifayı, intihar eder.
Bunlardan daha basiti, bir misafirlikteki insan, hüsnü kabul görmediğini fark ederse, o evi terk eder.


Adapazarı'nın Pamukova ilçesi yakınında meydana gelen tren kazasında 37 kişi hayatını kaybetmişti. Açık seçik ihmalden kaynaklanan kaza sonrasında ne bir bakan ne bürokrat, ne genel müdür hatta ne bir memur istifa etti. Kimse suçu üstlenmedi.
Şeref sahibi insan kimdir?


Neden? Çünkü adam gibi insanların inandığı bir Şeref kavramı vardır. Şeref, bir insanda ruh asaletinin varlığını gösterir. Şeref sahibi insan, kendine saygılıdır, doğrunun yanındadır, yanlışın karşısındadır. Her şeyden önemlisi, şeref, doğuştan gelmez; insan kendi çabasıyla şeref sahibi olur. Yani, en fakir sınıftan, en aşağı zannedilen toplumsal katmandan gelen bir insan, dört dörtlük şeref sahibi olabilirken, en zengin kesimden, en ayrıcalıklı toplumsal tabakadan gelme birisi adi bir şerefsiz olabilir.

Anayasamıza göre Cumhurbaşkanı tarafsızdır. Buna rağmen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, seçim sürecinde bütün varlığıyla çalıştı. Eğer böyle yapmasaydı ve destek olduğu parti bir seçim yenilgisi alsaydı, Cumhurbaşkanı Erdoğan, şerefiyle göreve devam ederdi.

Fakat, eğer 7 Haziran’da bir seçim yenilgisi alırsa, yani halkın yarısından fazlasının kendisini desteklemediğini görürse, o da, herhalde, her şerefli insan gibi istifa edecektir.

Geçtiğimiz dönemden ‘sol’a dersler


Sol düşüncenin dünyanın bugün yaşadıklarına bakıp çıkaracağı dersler var. Ancak başa musallat olan tehlikelerden kurtulmak için çözüm neredeyse oradan alınmalı, her düşünceden faydalanmalıdır.

Şüphesiz, şu veya bu şekilde bu dönem geçecek, Cumhuriyet’in restorasyonu başlayacak.

Bu restorasyonun acendasının ne olacağı konusunda değişik şeyler duyacağız. Kitabi Sol, ütopik Sol, realiteyle bağlantısız (şizofrenik) Sol, Fatih kapılarındayken “Meleklerin cinsiyet var mıdır, yok mudur?” diye tartışan Bizans Papazları misali tartışacaktır.

Bütün Dünya’daki Sol’un özelliğidir bu: Gayrı-ırki de olsa bir hamaset, hayalperestlik, olmayacak duaya amin, boş sloganlar, sebebi yaratmadan sonucu istemek...

Oysa, bir ülkede yaşanmış olan, yaşanmakta olan sorunlara, dogmatik at gözlükleri takmadan bakmak, yapılması gereken pratik şeyleri de gözümüze sokacaktır.

İçinden geçtiğimiz bu anti-Cumhuriyetçi, anti-laik parantezde, en azından iki önemli sorundan bahsedelim: Basın Özgürlüğünün yok edilmesi ve bir liderin, diktatöryel bir  çizgiye girmesi.


Fatih Sultan Mahmet İstanbul'un kapısına dayandığında Bizans papazları meleklerin cinsiyetini tartışıyordu. Fatih'in entellektüel yapısı sayesinde bu aymazlıkların faturası ağır olmalı.
Basın Özgürlüğü nasıl garantiye alınır? Geleneksel ‘Sol’ cevap: “Basın Özgürlüğü’nü yeniden düzenleyen, kuvvetlendiren falanca yasayı çıkartalım!” olur.

İstediğiniz yasayı çıkartın, eğer bir Hükümet, vergi memurlarını bir gazete sahibine musallat edebiliyorsa, Basın Özgürlüğü’nü emniyete alacak hiçbir yasa icat edilemez. Gerçek çare? Vergi toplama ve denetleme işinin özerk hale getirilmesi. Yani, Hükümet Başı’ndan emir almayacağı bir statüye kavuşturulması.

Başka bir ‘Sol’ cevap, “TRT Yasası değiştirilerek, özerkliği sağlanmalı!” olur. Yanlış. Devlet’in olan bir kurum, ne yaparsanız yapın o Devlet’in borazanı haline getirilebilir. Gerçek çare? Devlet’in basın yayın organı sahibi olmasını yasaklamak.

Gelelim ikinci önemli soruna: Bir Parti Lideri’nin diktatörleşmesi nasıl önlenir. Geleneksel ‘Sol’ cevap: “Partiler Yasası değiştirilerek, lider sultası önlenmelidir!” Hiçbir Partiler Yasası böyle bir şeyi önleyemez. Gerçek çare?

Seçim Yasası’nın değiştirilerek, halk temsilcilerinin, dar bölgelerden, yani bölgenin tanıdığı, saygınlığı bilinen veya saygınlığı aldatmaca da olsa, halkı sadece bir kere aldatabilen, kişilerden seçilmesi.

Yani, Apo’ya veya Erdoğan’a yağ çekmekle aday olunamayacak bir seçim sistemi. İngiltere ve Amerika’da, Başbakan deviren veya kendi partisinin Başkan’ına karşı oy kullanabilen vekiller böyle bir mekanizmayla ortaya çıkabiliyor, ‘harika’ Partiler Yasası’yla değil.

Özetle, Türkiye dahil, bütün kıta Avrupa’sı Sol’u, üç beş sene sonra yeni bir despotizmi, hatta kraliyeti geri getirmiş Fransız İhtilali romantizmiyle veya anarşist Bakunin’in olmasından elli yıl önce öngördüğü şekilde, “tarihin en büyük despotizmlerinden birini” getirmiş olan Bolşevik İhtilali ile vakit kaybedecek yerde, İngiltere ve Amerika’daki Anglo-Sakson özgürlüklerinin nasıl tesis edileceğine kafa yormalıdır.

Hiç değilse, Fatih, 3-4 dil konuşabilen, şiir yazabilen, resim yaptırabilen aydın bir adamdı; o yüzden Bizanslı Papazların gevezeliği, onlara, o günün şartlarına göre, pek de büyük bir felaket getirmemişti.

Bugün, kapımıza dayanmış olanlar, hatta içerde olanlar, kafa kesen, kadın düşmanı, akıl düşmanı insan kurularıdır.

“ İlim Çin’de de olsa gidip alınız” 
rivayet olunan hadisi çoğu ulema sahih bulmaz. Fakat, bugünkü haline, yani son sekiz yüz yıllık, karanlık haline düşmeden önceki İslam Medeniyeti’nin bilim üreten dönemini düşününce, Hz. Muhammet’in bu sözü söylemiş olması, daha muhtemel.

Aynı şekilde, ülkeyi iç savaşa dahi sürüklemesi mümkün bir tehlikenin, bir daha başımıza musallat olmaması için gerekli siyasi mekanizmaları da, ideolojik saplantılara kapılmadan, nerede bulursak oradan almalıyız.

Önceki ve Sonraki Yazılar