Enver'le Erdoğan'ın benzerlikleri

Türkiye’nin Suriye ile savaşa sürüklendiği bu kritik süreçte, konu birkaç boyutuyla tartışma konusu. Ancak, Suriye’deki rejimin niteliğinin kimsenin umurunda olmadığı, meselenin  emperyal çıkarlar doğrultusunda şekillendirilmeye çalışıldığı tartışılamayacak kadar açık.   BOP Eşbaşkanı ve Türkiye’nin Başbakanı Erdoğan’ın, daha dün ailece görüştüğü Esad’ı aylarla ölçülecek kadar kısa bir zamanda niye düşman ilan ettiği ise kamuoyunca henüz bilinmiyor. Bu mesele yalnız kamuoyu için bilinmezliklerle dolu olsaydı, belki anlaşılır bir yanı olurdu. Asıl vahimi, ‘millet iradesi’ni temsil eden Meclis’in, muhalefet partilerinin ve hatta AKP’li bakanların bile nedenini bilmediği bir savaşın eşiğindeyiz.  Türkiye’nin Başbakanı’nın, BOP Eşbaşkanı olmak için hangi taahhütlerde bulunduğu, hangi anlaşmaları imzaladığını da bilmeyen Türkiye, dört yanı mayınla çevrili bir noktaya sıkışmış durumda.   Artık neredeyse her hafta, ABD’nin etkili bir gazetesi ya da dergisinde, AKP yönetimi ile ilgili aleyhte yazılar çıkmaya başlaması da, herhalde Türkiye’nin demokrasi sorunlarıyla ilgili değil. Anlaşılıyor ki; ABD medya eliyle Erdoğan’ı, aba altından gösterdiği sopayla o mayınlı araziye doğru itekliyor. Bu nedenini anlamadığımız, hangi taahhütler karşılığında Suriye ile düşman olduğumuzu bilmediğimiz, için de bütün bölgeye yayılacak bir yangının kıvılcımını taşıyan savaş tehlikesini yaşadığımız günlerde, yazar Erdoğan Aydın’ın “Osmanlı’nın Son Savaşı” adlı kitabı çıktı.   Kitap, Osmanlı’nın, Enver Paşa’nın öncülüğünde 1. Dünya Savaşı’na sürüklenişini anlatıyor. Kimine göre kahraman, kimine göre hain olan Enver Paşa’nın, hükümetten, Meclis’ten hatta padişahtan gizli operasyonlarla ülkeyi savaşa sürükleyişi, bunu yaparken basını manipüle edişi, muhalefeti yok etme yöntemleri, Alman elçisiyle gizli savaş anlaşmaları, savaşı kaçınılmaz hale getirmek için yaptırdığı provokasyonlar, kitapta belgeleriyle yer alıyor. Enver’in tam bir Alman işbirlikçisi olarak şekillendiği kitaptan, Osmanlı Genelkurmay Başkanvekilliği de yapan von Kress’in, Enver hakkında “sarsılmaz sadakatle bağlı” tanımı yaptığını, “kendi arzusuyla Alman komutasının emri altına girdiğini” öğreniyoruz. Yine Osmanlıda Genelkurmay Başkanlığı yapan von Seeckt, Enver’in “ittifak görevlerini, kendisini feda edercesine yerine getirip, sonuna kadar sadakatini koruduğunu” söylerken, Alman Genelkurmay Başkanlığı’ndan sonra Yıldırım Ordular Komutanlığı da yapan von Falkenheim de, “Türk başkumandanlığının Alman taleplerine daima boyun eğdiğini” belirtiyor. Mustafa Kemal, Osmanlı’nın Enver’in emperyal hayallerle savaşa sürüklenişini eleştirmenin yanı sıra, “ordunun kayıtsız şartsız bütün sırlarıyla Alman askeri heyetine emanet ve teslim edilmesini” de eleştirir.  Sarıkamış faciası sonrası  “Zaten bu kalabalık orduyu bu yoksul bölgede besleyemezdik. Onu yiyeceği bol bir bölgeye yerleştirmek istedim, olmadı!” diyebilen, “Bunlar nasıl olsa bir gün ölecek değiller miydi?” sözleriyle savaşta ölenleri hiçleştirebilen Enver ve arkadaşlarının felakete sürüklediği Osmanlı’nın o günleriyle bugünkü Türkiye arasında çok önemli benzerlikler var.   Kitap, yalnız Aydın’ın dediği gibi “Sürecin muktedirlerini savunan tarih yazıcılığının, ülkesi ve halkını maceraya atmayı ve derin devlet zihniyetini meşrulaştıran misyonunu” açığa çıkarmıyor, yeni-Osmanlıcılığın popüler hale getirildiği günümüzdeki siyasal atmosfere de ışık tutuyor. Özellikle ABD ile yapılan BOP anlaşması ve bu anlaşma doğrultusunda yükseltilen Suriye geriliminin hangi koşullarda seyrettiği ne Meclis, ne hükümet üyelerinin tamamı, ne de kamuoyunca bilinmediği bugünlerin Türkiye’si, kitabın önemini artırıyor.  Tek bir adamın bir ülkeyi savaşa ve yıkıma sürükleyemeyeceğini düşünenlerin daha da dikkatle okumalarını öneririm. Bakalım Enver ile Erdoğan arasındaki benzerliklerin fazlalığına benim kadar şaşıracaklar mı?        

Önceki ve Sonraki Yazılar