Şii-Sünni ekseni...

Değerli okurlar. Bugün size çok çarpıcı bir yazıyı
aktaracağım. Yazıişleri müdürlüğünü yürüttüğüm
RED dergisinin Temmuz 2012 tarihli 70. Sayısında
yayınlanmıştı bu yazı. Yazarı, RED’in kurucularından
Ümit Dertli’dir. Siyasi öngörü örneği bu yazıyı dikkatle
okumanızı öneririm. Bugünü 2012’den de çok önce
bir tarihte öngördüğümüzü anlatması açısından çok
önemli bir yazıdır. Gazetenin sınırlı alanı olduğu için,
azıcık kısaltıyorum:
“Emperyalist patronlarından görece bağımsızlaşmış,
Yeni Osmanlıcı bir konsept ile kendi çıkar ve
gündeminin peşine düşmüş gibi görünse de Türk devletinin
[İsrail karşıtı] çıkışlarının Ortadoğu’daki Müslüman
kitlelerinde taşma noktasına gelen İsrail ve ABD
karşıtı enerjiyi başka bir kanaldan tekrar emperyalizmin
değirmenine taşımak ve güçlenen İran etkisini kırmak
amacı taşıdığı aşikardı. Aradan geçen birkaç yıl
bu tespitimizin doğruluğunu göstermekle kalmadı,
özellikle Suriye meselesinde Türk devletinin gösterdiği
cansiperane çabalar memleketin bahsettiğimiz emperyalist
eksene adeta çakılı olduğunu ortaya koydu.
[...] Irak’ın işgali döneminde ve sonrasında, hatırlayalım,
‘Irak’ın toprak bütünlüğü’ neredeyse Türkiye’nin
toprak bütünlüğü kadar kutsaldı. Irak’ın kuzeyinde
ortaya çıkan Kürt devletleşmesi karşısında Türk
devleti Irak merkezi hükümetinin otoritesini kayıtsız
şartsız savunuyor, Irak’ın toprak bütünlüğünü -esas kırmızıçizgi
buydu- savaşa girme pahasına koruyacağını
her fırsatta dile getiriyordu. Bugün ise Barzani ile birlikte
Irak’ın Şii merkezi hükümetine cephe alıyor. Şii
hükümetin ‘ölüm mangaları kurmak’ suçlamasıyla,
hem de ABD’nin Irak’tan çekilmesinin üstünden 24
saat bile geçmeden tutuklama kararı aldığı Sünni
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık el Haşimi önce Barzani’ye
sığınıyor, oradan Türkiye’ye getirilerek Cumhurbaşkanı
düzeyinde kabul ve misafir ediliyor. Peşinden
Barzani geliyor ve o da üst düzeyde kabul ediliyor,
üçlü görüşmeler yapılıyor, hatta Musul ve Kerkük petrol
gelirlerinin -eski kırmızı çizgiler bunların Irak halkına
ait olduğunu söylüyordu- paylaşımı üzerinden Kürdistan
yönetimiyle Şii Merkezi Hükümet arasında çıkan
gerilimde açıktan Barzani tarafını destekliyor. Daha
da önemlisi, Suriye Kürtleri’nin Esad’a karşı kolektif
bir siyasal varlık olarak örgütlenmesini destekliyor,
hatta teşvik ediyor.
İlk bakışta son derece çarpıcı görünen bu ‘eksen
kayması’ emperyalizmin Ortadoğu planları bağlamında
ele alındığında anlaşılır hale geliyor. Malum, Lübnan’dan
Bahreyn’e, Yemen’den Irak’a, Pakistan’dan
Suudi Arabistan’a, Ortadoğu ve İslam coğrafyasında
Şii-Sünni eksenli bir cepheleşme yaşanıyor. Bu cepheleşme
bir yandan tek tek ülkelerde farklı mezheplerden
halkları karşı karşıya getirirken bir yandan da devletleri
bloklar olarak karşı karşıya getiriyor. Emperyalizmin
yeni dönem konseptinde kilit bir rolü olan bu
bölünmede esasen Suudi Arabistan’ın -ve son dönemde
Türkiye’nin- başını çektiği ve Güney Kürdistan yönetiminin
de dahil olduğu Sünni blok tamamen emperyalist
planlara tâbi olmuş, onların taşeronluğuna
soyunmuşken İran’ın başını çektiği, Suriye, Lübnan ve
Irak hükümetinin dâhil olduğu Şii blok bu planların
karşısında konumlanıyor. Bu nedenledir ki mesela,
Bahreyn’deki Şii çoğunluğun Sünni monarşiye karşı
giriştiği hareketler veya Suudi Arabistan’ın doğu bölgelerinde
demokratik haklar için sokaklara dökülen Şii
halkın mücadeleleri ‘Arap Baharı’ndan sayılmıyor.
Irak’ta, Yemen’de, Pakistan’da son aylarda Şiiler’e
karşı düzenlenen bombalı saldırılarda yüzlerce kişi ölürken
veya Suudi Arabistan ordusu Bahreyn’deki halk
ayaklanmasını kanla bastırırken gıkı çıkmayanlar, Suriye’nin
Şii Esad rejimine karşı savaşan Sünni kiralık katillere
hiçbir desteği esirgemiyorlar. ABD emperyalizmi,
İran merkezli Şii muhalefet bloğunu yenilgiye uğratabilmek
ve bölgede tam kontrol sağlayabilmek için
bölgeyi kan gölüne çevirebilecek planları hayata geçirmekten
çekinmiyor. Türk devleti de bu planların hayata
geçirilmesinde ‘koçbaşı’ rolünü canhıraş bir şekilde
oynamaya soyunuyor, hatta emperyalist ağababalarının
bile müsaade edemeyeceği kadar ileri gitmeye hevesli
görünüyor.
Emperyalizm, Ortadoğu’ya ilişkin kanlı planlarını
bölgenin topyekûn mahvına sebep olabilecek bir Sünni-
Şii cepheleşmesi üzerine kurarken Türk devleti bu
planların sadık bir aktörü olmak için ne gerekiyorsa
yapıyor. Ve buradan aslında Türk devletinin esas karakterine
ilişkin çok önemli bir sonuç çıkıyor: Mevzubahis
emperyalizme hizmetse gerisi teferruat, Kürtler’le
bile yan yana gelinebiliyor. Emperyalizmin yörüngesinde
giderek artan bir hızla fırıl fırıl dönmeye
devam ederken kodlarına işlemiş ‘Kürt’ düşmanı karakterini
dahi bir kenara bırakıyor. Kırmızıçizgiler darmadağın
oluyor, kimya bozuluyor.
[...] Maalesef Kürt hareketinin kimi sözcülerinin de
övgüyle bahsettiği Kürt Beyi İdris-i Bitlisi ile Padişah
Yavuz Selim’in İran seferi ve Alevi katliamı vesilesiyle
kurdukları ‘Türk-Kürt’ ittifakı yeniden gündeme geliyor.
Türk devletinin ve bugünkü İslamcı iktidar çevrelerinin
Alevi öldürmek konusundaki hünerleri ve sicilleri
sır değil. Başbakan’ın Esad’a sövmek istediği her seferde
Alevilik’ten bahsediyor oluşu tehlikenin büyüklüğünü
gösteriyor.
Bu büyük ve yakın tehlike karşısında yapılacak en
önemli şey, emperyalizmin planlarını teşhir etmek,
onun ve bölgedeki uşaklarının dayattığı ve derinleştirmeye
çalıştığı düşmanlıkların karşısına bölgenin Şii,
Sünni, Arap, Acem, Kürt, Türk emekçi halklarının
kardeşliğini koymak...
Emperyalizmi en başa yazmadan söylenecek sözün,
girişilecek eylemin, alınacak sonucun niyetlerden
bağımsız olarak düşmanın değirmenine su taşıyacağını,
emperyalizm yenilgiye uğratılmadan alınacak hiçbir
sonucun, ulaşılacak hiçbir çözümün halkların yararına
olmayacağını asla akıldan çıkarmamak gerek...”
Not: Yazıda sözü edilen ‘Kürt’ ittifakını, emperyalizmin
desteğiyle Barzanileştirilemeyen PKK’nin tasfiyesi
ve Barzani’nin güçlendirilmesi üzerinden düşünmek
gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar