Sipariş sanat

Memlekette herşey iki güç arasında dönüyor ve biz de tenis maçı izler gibi bir oraya bir buraya bakıp duruyoruz.
Sinema bir süredir buna alet olmuştu ama böylesi holiganvari bir tavrı ilk kez görüyoruz!
Hadi başındakilerin hırçınlığı anlaşılabilir geliyor ama yancıları onlara rahmet okutmaya başladı!
Müthiş pahallı bir reklam kampanyasının ardından vizyona giren “Fatih’in Fedaisi Kara Murat” filmi, yapımcısının yüzünü güldürmeyen bir açılış yaptı. Evet sinemada hesaplanabilir şeyler vardır elbet, ama Hollywood film “endüstrisi” bile hesaplanamayan pek çok parametrenin batırdığı filmlerle doludur. Ve bir filmin gişede iş yapmaması, dünyanın hiçbir yerinde, sizin “paralel” tabir ettiğiniz sebeplerle açıklanmaz!
Yapımcının bu öfkeli twiti maalesef filmin safını belli etmiş oldu. O koca prodüksiyonun her köşesinde emek harcayanlara da ayıp oldu.
Şimdi bu film, bu kadar çok para harcandığı, bir kaç milyon takipçili, hükümete ait belediyenin başkanı, valisi vb. tarafından bile gazlandığı halde neden gişede iş yapmadı?
Sinemanın amentüsü “hikaye”yi anlatmak yerine, tam tekmil, Allah, din, Osmanlı dediği için,
Bizim kırk senenin Kara Murat’ını bir Spartaküs çakmasına çevirdikleri için,
O gözü kara ancak, sıcacık kalpli, “kadınlarla arası pek hoş” kahramanımızı, alışkanlığımızın dışında göstermeye çabalamış oldukları için,
Hepsi ve daha fazlası!
Hükümetlerin, neden ilk iş olarak yazılı ve görsel medyaya sahip olmak istediği ve bunu yaptığı anlaşılır birşey. Hepimiz gayet iyi biliyoruz ki, empoze edilmesi gereken şeyler var ve bunlar her daim diri tutulmalı. Ancak iş bir sanat dalına el atmaya geldiğinde, o iş biraz yaş, zira “bağımlı” ve “taraf” olmak, sanatın “fıtrat”ına ters!
Çünkü sinema sanattır, sanat ise özgürlük.
Bununla birlikte, sinemanın politikaya ve kişisel hırslara karşı propaganda aracı olarak kullanıldığı da görülmemiş bir şey değildir malum.
Nazi faşizminin, Alman halkını afyonlamak için sipariş verdiği dünya kadar film/belgesel hala arşivlerde durur. Ancak bu tür sipariş filmler, sinema sanatına asla hizmet etmediği gibi, hiç bir teknik ve estetik değerleri de yoktur.
Diğer yandan, 1925 yapımı “Potemkin Zırhlısı”da bir propaganda filmidir. Bolşevikler tarafından Sergei Eisenstein’a sipariş edilmiştir, dönemin Çar’lık Rusya’sının halkı ezen politikalarına karşı yapılan başkaldırıyı anlatır ve bir başyapıttır.
Çünkü sanat iyiliğe hizmet eder!
Vaktiyle bizim de propaganda filmlerine ihtiyaç duymuşluğumuz olmuştur. Bunun ilk örneği de, hata etmiyorsam, “Türkiye’nin kalbi Ankara” adlı filmdir. 1930’larda, Bir Sovyet yönetmene sipariş edilmiş ve Cumhuriyet sonrası ülkenin gelişiminin, bizzat sinema yardımıyla daha geniş kitlelere anlatılması sağlanmak istenmiştir. İyi bir örnek midir? Teknik olarak hayır. İşe yaramışmıdır? Cumhuriyet değerlerinin ve kalkınmanın örneklerini göstermeye çalışması açısından eminim katkısı olmuştur. Ancak fikirler değişince, kurucu liderin siparişi bu film dahi “komünist” damgası yiyip yasaklanmıştır!
Bununla beraber, “propaganda filmleri” dediğimiz şey aslında sadece bu türlerden oluşmuyor elbet. Örneğin sinema, Amerika’da bir devlet politikasıdır. Her yıl çektikleri yüzlerce sulu zırtlak filmin içinde, çok büyük bütçeli, dinsel temaları olan veya buram buram milliyetçilik kokan işler de çekerler. Hatta sıradan filmlerinde bile illa ki kahramanımız, ya bir kilisenin önünden geçer, ya bir papazla diyalogu vardır, o da olmadı kilise sıralarında planlarını devreye sokarlar, yürüdükleri caddenin bir yerinden illa bir Amerikan bayrağı dalgalanır falan filan.
Ve biz biliriz ki bunların hiç biri tesadüfen çekilmiş sahneler değildir!
Safları sıklaştırmak, ortak bir duygu yakalamak yada var olanı diri tutmak için sinema mükemmel bir araçtır.
Amerika’lı film yapımcıları, hangi dakikada, hangi sahne, ne kadar süre ile filmde kalmalıdır ki etkili olsun hesapları konusunda, ordinaryüs profesördür.
Eh adamların ata sporu bu sonuçta.
Mevzunun asıl mühim noktası ise, mesajını nasıl verdiğinle ilgilidir.
Para sorun değil, kör göz parmağıma yapayım diyorsan, hatırlatmak lazım, sene 2015 kimse yemez!
Ve tabi en önemlisi de, gerçek bir sinemacıysanız, hissettiğiniz öfkenin bir yaratım sancısı olduğunu, asla hasımlarınıza duyduğunuz öfkeyle karıştırılmaması gerektiğini de zaten bilirsiniz.






Önceki ve Sonraki Yazılar