Sızıntı!

Ankara Saldırısı'nın ardından bir yandan alışılmamış genişlikte bir “gizlilik kararı” alınırken, diğer taraftan “stratejik” bilgiler gazetelere, televizyonlara sızdırılıyor.

Gerçek bir istihbarat savaşı var.

Suruç dosyasına, Diyarbakır saldırısının soruşturmasına ait önemli ayrıntılar, üç ay sonra Ankara Saldırısı'nın ardından piyasaya sürülüyor.

Dikkat çekici olan bu bölük pörçük bilgilerin, faillerin bir adım gerisine bile düşmemesi.

Haberlerin işlevi kamuoyunu sakinleştirmek, daha önemlisi bazen Emniyet'in, bazen de MİT'in ihmalini, beceriksizliğini ortaya koymak.


Emniyetin de, MİT'in de yekpare olduğunu düşünmeyin, haberlere dikkatle bakarsanız, bu kurumlar içinde farklı kanatların çarpıştığını görürsünüz.


Örneğin, “üç gün önceden ihbar” olduğunu öğrendik. İhbarı yapan haberde örtülü olarak belirtilse de “istihbarat” teşkilatı, bu ihbara rağmen, Mobeselerin önünden geze geze miting alanına gelen canlı bombaları önleyemeyen ise “Emniyet teşkilatı”.

Ve bu yüzden üç polis müdürü, günah keçisi olarak istifası beklenen İçişleri Bakanı'nı korumak için görevden alınıyor, hepsi o.


Malatya'da 2013'te başlayan bir soruşturma var. Daha sonra Adıyaman'a aktarılan soruşturma El Kaide davasına dönüşüyor ve 26 Aralık 2014’te 19 kişi hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı veriliyor. Biz bunu yaklaşık bir yıl sonra öğreniyoruz. Tam da “savcılık nasıl böyle savsaklar” derken başka bir haber de Adıyaman Savcılığı'nın Suruç'taki patlamadan sonra 26 Temmuz'da iki canlı bomba için “arama kararı” çıkarttığını aktarıyor.


Saldırılara ilişkin en önemli ayrıntı, YPG'nin muhtemelen esir aldığı “Dokumacılardan” elde ettiği bilgileri devletle paylaşması, HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş'a yönelik bir suikast girişiminin Temmuz ayında devlete bildirildiğini biliyoruz, ama bu konuda bir gelişme yok!


İki ay önce Veli Ağbaba başkanlığındaki CHP Heyeti'nin hazırladığı raporda çocukları Suriye'ye giden ailelerin Başbakanlığa kadar ulaştırdıkları şikayetler, girişimlerinin istihbaratçıların ve polislerin “isteksizlik” duvarına çarpması ve benzeri ayrıntılar vardı.

Ancak bu pek ilgi görmedi.

Asıl büyük ilgisizlik, Türkiye'de hali hazırda süren ilk IŞİD davasında var.

Niğde Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen onbir sanıklı bu dava dosyasının ayrıntılarında dikkat çekici bilgilerle, tuhaflıklarla dolu.

IŞİD üyesi olarak yargılanan dört sanık var.

Fakat “Yargılanıyor” sözü lafın gelişi.

Çünkü bu davada 20 Eylül 2014'den bu yana tuhaf şeyler oluyor.

20 Eylül, Türkiye'nin Musul Başkonsolosluğu'na yapılan baskında IŞİD tarafından rehin alınan 49 kişinin “serbest bırakıldığı” tarih.

Bu tarihten sonra, Niğde'de yargılanan IŞİD'çiler, güvenlik nedeniyle mahkemeye getirilmedi.

Segbis adı verilen sistemle, duruşma salonuna büyük bir ekrandan bağlandılar.

Sadece bir sanık “net” olarak görülürken, üç sanığın görüntüsü “fluydu” ve başlarını öne eğdikleri için gerçekten onlar olup olmadığını anlamak mümkün değildi...

Avukatlar isyan ettiler.

Sanıkların mahkemeye getirilmesini defalarca istediler.

Ancak, bir polis bir de jandarma olmak üzere iki polis memurunu acımasızca öldüren sanıklar tuhaf biçimde korundu.

Asla mahkemeye çıkarılmadılar.

Alman vatandaşı olan Benjamin Xu, 5 Kasım'da Alman Büyükelçiliği görevlileri tarafından ziyaret edildi.

Tabii eğer gördükleri Benjamin Xu ise!


IŞİD'in Türkiye'deki faaliyetleri bu kadar tartışılırken, bu davayı da, flu görüntüleriyle yargılanan bu üç kişiyi de hiç kimse sorgulamadı.

Bu üç IŞİD militanın ikisinin üzerinde telefon numaraları bulunan Heysem Topalca ise hala aranıyor ve hala “gizli eller” tarafından korunuyor.

Yakında bu davada karar verilecek.

Muhtemel cezalar da, sanıklar isteseler de artık mahkemeye gelemeyecekleri için Segbis üzerinden, sanal olarak tebliğ edilecek.

Adalet yerini bulacak!

Önceki ve Sonraki Yazılar