Sol'dan ve sınıftan bakmak…

Bu köşede haftada iki gün, Salı ve Cumartesi günleri buluşacağız.
Bir yerde düzenli olarak yazmaya başlamak, dünya görüşünüz belli ve bilinir olsa da, hangi konularda söz alacağınızı, hangi “malzeme”yi kullanacağınızı, öncelikleri nasıl, neye göre belirleyeceğinizi, kimlerle nasıl bir iletişim içinde yol alacağınızı önceden tam olarak bilemeyeceğiniz bir yolculuğa çıkmaya benziyor. Her yolculuk gibi heyecanlandırıyor.

***

Bir yakın dostum, geçenlerde, medya aracılığıyla yayılan haber, yorum ve gündemlere bağlı ve sınırlı kalmanın insanı aptallaştırdığını söylemişti. Gerçekten de, egemen medya, kapitalist bilinç endüstrilerinde, beyin yıkama merkezlerinde üretilen “haplar”ı gazeteci, TV programcısı, köşe yazarı kılığındaki bin bir çeşit elemanıyla halka yutturmak için var. Bu haplar, alışkanlık ve bağımlılık yaratıyor.
Aklımızı ve insanlığımızı koruyabilmemiz bu alışkanlığın dışına çıkmamıza bağlı. Egemen ve günlük medya dışındaki kaynaklardan beslenmek, pompalanan her havayı gündem saymamak, olayların, olguların ilk bakışta görünmeyen özünü kavramak için çaba harcamak, çemberin dışına çıkmak için ilk akla gelenler. Burada, hepimize, yalnız yazara değil okura da “görev” düşüyor.

***

İnsan beyniyle görüyor. Nereden, hangi bakış açısıyla, hangi önkabullerle, hangi kalple, hangi etik ölçülerle bakıldığına bağlı olarak “gerçek” değişiyor.

Dünyaya sol’dan ve sınıftan bakıyorum.
Solun ve sınıfın, sözüyle ve eylemiyle ete kemiğe bürünüp, kendini yeniden güçlü biçimde var etmesi gereken zamanlarda yaşıyoruz. Yazılarımda, olguları, gelişmeleri sol ve sınıfsal bir yön duygusuyla irdelemeye, yorumlamaya çalışacağım.

Solcu olmak, insanlar arasındaki hükmeden-hükmedilen, sömüren-sömürülen, yöneten-yönetilen, her türlü alt-üst ilişkisinin, cinsler, etniler, inançlar vb. arasındaki her türlü ayırımcılık ve ayrıcalığın ortadan kaldırıldığı eşitlikçi ve özgürlükçü bir dünya için mücadele etmektir! Bu genel, geniş ve çoğunuza yeterli gelmeyecek tanımın, somutun zenginliği, yaşamın yeşili içinden, yalnız kuramsal değil pratik bir eleştiri olarak yeniden ve yeniden üretilmesi gerekiyor.

Bu ilk yazıda değinmeden geçemeyeceğim bir nokta var: Böyle bir dünya için mücadelenin koşullarından biri, Kant’ın “aydınlanmanın temel noktası” dediği, “insanların bizzat kendilerinin sorumlu oldukları vesayet durumundan, özellikle de din konularındaki vesayetten” çıkmalarıdır.
Dinin toplum ve devlet yaşamı üzerindeki etkisini ortadan kaldırmanın yolu ise, Kant’tan ve Aydınlanmacı yoldaşlarından farklı olarak, tam da Marx’ın formüle ettiği gibi, “tersine dönmüş bir dünyanın tersine dönmüş bilinci olan dine” karşı mücadelede önceliği, gerçek dünyayı değiştirme uğraşına vermekten geçiyor.

Dini vesayetin panzehiri sınıf mücadelesidir. Yazgısını, geleceğini belirleme hakkının ellerinde olduğunu kendi deneyleriyle öğrenen insan mücadele eder. Kendi koşullarıyla birlikte dünyayı ancak bunu öğrenen insan değiştirebilir.

***

Birikmiş söz, birikmiş öfke, suyun yolunu bulup yürümesi gibi tüm siyasal karşıtlık ve gelişmelerin içine işleyen sınıf mücadelesi…
Bu üç açılı bakışla yalnız söylemek için değil, aynı zamanda söyleşmek için sizlerden, ses, izlenim ve eleştiri bekliyor, bu satırları okuyan herkese “merhaba” diyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar