Sol'un kaçırdığı fırsatlar!

Hep düşünmüşümdür, neden bizimkiler beceremiyor? Neden, İtalya’da olduğu gibi, Türkiye’de de sol partiler asgari müşterekte buluşup, bir güç birliği oluşturup, iktidar alternatifi olamıyor? Neden?

Neden biliyor musunuz? Çünkü bizim solcular, “nev-i şahsına münhasır” en bilge, en yetenekli, en öngörülü, en mağrur, en vakur, en akıllı, en hatip, en yakışıklı ve en bilmem ne… Kendilerini vazgeçilmez ya da olmazsa olmaz varsayarlar. Kendileri yoksa, mesele bitmiştir, ya da o sorunun çözümü ve davanın başarıya ulaşma şansı yoktur. Biz diye başlarlar  ama ben şuurunur seline kapılıp giderler. Dolayısıyla, bu kafaların bir araya gelmesi kolay olmuyor.
Kimseye haksızlık etmek niyetinde değilim… Çünkü ben de bir ölçüde o toprağın mahsulüyüm. Tek farkım; bizim “sol” tarlamızda; bazen mısır, bazen de buğday yetişir olmasıdır. Yani, tek tip ürün yetiştirme ve nadasa bırakma yoktur. Bizde üretimin sürekliliği esastır. Geçmişe ve sloganlara sıkı sıkıya sarılıp, at gözlüğü ile dünyaya bakanlardan değiliz!

***

Bir örnek vermek istiyorum… Yıllar önce, Almanya’nın Münster kentini ziyaretim sırasında dikkatimi çekmişti… Belediye Başkanı’nın baş danışmanı ve en yakın çalışma arkadaşı, bir önceki belediye başkanıydı. Ki Münster, Hristiyanlıktaki Protestanlık mezhebinin kurucusu Martin Luther’in memleketidir. Avrupa’da adı “Yüz yıl savaşları” olarak tarihe geçen, mezhep kavgalarının başladığı şehir burasıdır. Ve bu şehir bugün Almanya’da sosyal demokratlarının en yoğun yaşadığı kentlerden biridir.

Düşünebiliyor musunuz, bir önceki başkan yeni başkanın baş danışmanı… Bir başka ifadeyle, halef-selef belediye başkanlarının dayanışması… Bizde mümkün mü? Bırakın dayanışmayı, birbirlerini yemesinler yeter…

***

1999 seçimleri… Türkiye Cumhuriyeti’nin banisi CHP’nin, baraj altında kaldığı seçimler arifesi… İstedim ki; demokrasi adına, cumhuriyet kazanımları ve çocuklarımızın geleceği adına, solda bir güç birliği olsun!

Önce zamanın CHP lideri Deniz Baykal ile görüştüm… Türkiye’de sol adına bir “zeytin dalı”na hitiyaç olduğunu, aksi halde gidişatın hiç de iç açıcı olmayacağı görüşümü paylaştım. Ardından, Barış Partisi Genel Başkanı Ali Haydar Veziroğlu’na gittim. Ankara, Cinnah caddesindeki ofisinde Veziroğlu ile saatlerce konuştum. CHP’den seçilebilir sırada 20 milletvekilliği istiyordu. “El insaf” dedim… Çünkü CHP, bir çok yerde “yargı denetiminde” önseçim yapmış, geride sadece Genel Başkan’ın kullanabileceği 7-8 kontenjan adaylığı kalmıştı.Yani, Veziroğlu’nun, talebinin pratiği yoktu.  Üstelik, bunu kendisi de biliyordu. Bilinçli bir şekilde işi yokuşa sürüyordu. Ve nihayetinde bir sonuç çıkmadı tabi…
Ardından İstanbul’da, ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras ile Sıraselviler’deki Andon’da bir araya geldim. Ne yazık ki Uras’tan da olumsuz yanıt aldım. Hatırımda kaldığı kadar, parti içerisindeki kanatları bu konuda ikna etmenin çok güç olduğunu söylemişti bana… Haksız da sayılmazdı. Çünkü ÖDP, bir “klikler” partisiydi…

Anlaşılacağı üzere, elim boş döndüm ve yeniden Deniz Bey’e gittim… Anlattım… Olmadı, olamadı…
Ve 1999 seçimlerinde, CHP parlamento dışı kaldı. Barış Partisi, yüzde 0,025 oy, ÖDP ise ancak yüzde 0,8 oy alabildi. Kısacası DSP dışında, sol adına parlamentoya giren parti olmadı. DSP’ninki de konjonktüreldi… Başbakan merhum Bülent Ecevit’ti… Ve Abdullah Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirilmesi DSP’yi birinci parti olarak TBMM’ye taşımıştı. Yani, sol ideolojinin çok fazla etkili olduğu söylenemez.

***

Bugüne baktığımızda da çok fazla değişen bir şey yok. Sol kesimde bir “zeytin dalı” oluşturabilmek için zemin de zaman da doğruydu ama “doğru adam” yoktu. Sol parti liderleri ve yöneticileri kendilerini aşamadılar. Kimi diyaloglar kurulda ama ne yazık ki; gerçekçi, kabul edilebilir talep ve öneriler ile bir araya gelemediler. Oysa bu seçimde çok gerekliydi. Bugün olmasa bile, yarınlara dönük önemli bir umut yaratabilirdi. Ama bu fırsat da kaçırıldı.

Önceki ve Sonraki Yazılar