Son durum, son durak değil!

Güncel gelişmeler de yaz sıcağı kadar bunaltıcı. Toplumun hiçbir kesiminde umutlu, iyimser bir “hava” esmiyor. Belki daha önemlisi, hiç kimse, yarın, bir hafta sonra, bir ay sonra bu ülkede ne olacağını, neler yaşayacağımızı kestiremiyor.

Yönlendirilmiş “haber”ler, köşe yorumları, piyasa, strateji ve “terör” uzmanlarının “çözümlemeleri” kafaları iyice karıştırıyor.
Umutsuzluk ve belirsizlik edilgenleştiriyor.
Düzen siyaseti tıkandı. 7 Haziran’da ortaya çıkan halk iradesi, parlamentoda karşılığını bulamadı.

Her kafadan bir sesin çıktığı, halk iradesinin akacağı bir yön ve kanal bulamadığı ortamda, zihinlerimizi bilinç endüstrisinin sultasından, moda deyimle “algı operasyonları”ndan uzak tutabilmek için önlem almak, enseyi de karartmamak gerekiyor.

***

Bunun için, en başta, jeo-politik, jeo-stratejik tartışmalara uzak durmayı öneriyorum. Jeo-politik, tarihsel/teorik bir çerçeveye oturtulmadığı zaman son derece yanıltıcı, körleştirici bir bakış açısıdır. Zıddında da görünse, aynı eksende düşünmek ve davranmak, ilişkilerin bütünsel zeminine itiraz iradesini zayıflatmaktadır. Sistem içi güçlerden birine karşı ötekinden yana olmayı getirmekte, bu da yok oluşa götürmektedir.

İkincisi, özellikle Ortadoğu ve Kürt sorunu söz konusu olduğunda, en son durumu son durak saymanın yanlış ve yanıltıcı olacağı bilinmelidir. Güç ilişkilerindeki değişiklikleri tarih ve sınıf prizmalarından geçirerek “okumak” en sağlıklısıdır. Düşünün, kaç “ateşkes”, “çatışmasızlık”, “açılım” ve “çözüm” istasyonundan geçtik. Bu uğrakların, mücadelenin başka araçlarla sürdürülmesi olduğunu anlayamayanların her seferinde bir o yana, bir bu yana savrulmaları kaçınılmazdır.

Evet, diktatör bu kez, durumu kendisi için bir varlık yokluk sorunu olarak algılıyor; gücü var ve tüm varlığıyla kendisini güçten düşüren Kürt hareketine, özellikle de HDP’ye ve Demirtaş’a saldırıyor. Türkiye’yi iç savaşa sürüklemeyi göze alıyor.

Önerdiğim üçüncü önlem bununla ilgili. Erdoğan’ın gücünü abartmamak gerekiyor. Erdoğan etkenini küçümseyenlerden değilim. Bu kişi, küresel sermayeyle, emperyalistlerle ilişkilerinde “alternatifim yok” kartını iyi oynuyor. Karşı-devrimci bir siyasetçi olarak, güç mantığını, dilini pervasızca, yol arkadaşlarına, yandaşlarına ve muhaliflerine karşı etkili biçimde kullanıyor. “Ya hep ya hiç” çiliği, rakiplerinin silikliği ona ek bir güç veriyor vb. Ancak, herşeyin bir sınırı var. Bu kez, başvurduğu şiddetin meşruluk temeli ciddi biçimde zayıflamıştır. Kendisini destekleyen toplum kesimleri içinde de güç yitirmektedir. Kan siyaseti, tabanını daraltıyor. Türkiye 1990’lara dönemez! Evet, kanlı bir iç savaş olasılığı gündem ve olasılık dışı değil. Ama, dış ve iç tüm koşullar dikkate alındığında bu olasılık bir yazgı da değil. Bu ülkenin ilerici devrimci birkimine güvenmemiz ve mücadele etmemiz gerekiyor.

***

AKP-CHP koalisyonu olasılığı 29 Temmuz itibariyle iyice zayıflamıştır.
29 Temmuz günü mecliste, AKP ile MHP arasında bir “yasama koalisyonu” kuruldu. Bu, meclisin AKP diktatörlüğünü herhangi bir konuda sınırlamasını, denetlemesini olanaksız kılacak bir koalisyondur. Bu aşamada, hükümet kurmaktan daha işlevlidir. AKP-CHP koalisyonunun CHP için bir kurt kapanı olacağının önceden çekilmiş resmidir.

En güçlü olasılık, AKP’nin CHP ile “olmaz”ı gösterdikten sonra MHP ile ortak, ya da MHP destekli bir azınlık hükümeti kurup seçime gitmesidir. Böylece HDP’nin Anayasa gereği en az dört bakanla katılacağı “seçim hükümeti” olasılığı ortadan kaldırılmış, CHP de eli kolu bağlı, ortada bırakılmış olacaktır. CHP bu apaçık gerçeği görüp buna göre davranmaz, zaman yitirmeden toplumsal muhalefet içinde yer almazsa kendisi için de Türkiye için de iyi olmayacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar