Barış'lar yaşasın, yaşasın barış

Twitter hesabında siyah-beyaz bir fotoğrafı var. Hemen arkasındaki duvarda yer alan Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya posterlerine bakılırsa, odasında olmalı.

Fotoğrafına ve yazdıklarına bakıyorum…

Geçen yıl bayramda “Mazlumların zulüm gördüğü, çocukların öldürüldüğü bir bayram; ne kadar bayram ise o kadar kutlu olsun... Gözyaşısız bir Bayram ümidi ile” yazacak kadar duyarlı, hassas bir gençmiş.

28 Ekim’de ise “Benim bir gün Ahmet KAYA konserine gitme ihtimalimi çalan ülkesin sen Türkiye!” diye dile getirmiş öfkesini, Ahmet Kaya’nın “çaldılar çocukluğumu habersiz” çığlığına bir selam göndermiş sanki.

Güzel bir insan, güzel bir çocuk olunur da Neşet Ertaş sevilmez mi?

O da sevmiş elbette ve şöyle demiş: “Konser biletli mi olsun diyen belediye başkanına, ben gençlerin cebindeki sigara parasını alamam diyen tek adamdır; NEŞET ERTAŞ.”

Ve 12 Eylül… O karanlığı yaşamadan bilmiş, yaşamadan anlamış ve şöyle anlatmış anladığını: “Bir sabah Eylül'ü de 12'den vurdular.! 1980'di. Anonsla duyurulan en hazin sonbahar.! O nedenle Eylül'de kimimizi kan tutar.!!!”

Adı Barış Aybek, 1994 Malatya doğumlu, 2014’ten beri asker, 3 gündür ölü…

Kendisini ölüme götüren sürecin kırılma noktası olan ve yaşıtlarının katledildiği Suruç saldırısı için, askerde olduğu halde “bu dünyada insan olmaktan utanıyorum” diyecek kadar cesur, çatışma haberlerinin geldiği günlerde “ölmeden cehennemi gördüm” diyecek kadar masum.

Barış kabullenmediği, onaylamadığı, tarafı olmadığı bir savaşta, onlarca yaşıtı gibi yaşamını yitirdi; kanlı, kirli bir iktidar oyununa, taht kavgasına kurban edildi.

Gencecik ömrü, seçim anketleri adına, oy hesapları adına, sandıktan beş on vekil daha fazla çıkarmak adına çalındı; ölü bedeninin üzerine ise “şehitler ölmez” hamaseti örtüldü.

Kimse kendini kandırmasın, Barış “vatan savunması”nda ölmedi, Barış bir “kahraman” değil, Barış “şehit” değil.

Barış’ın ölü bedeni, gencecik ölümler üzerinde yükselen saltanat sevdasının, Türkiye’yi koca bir mezarlığa çevirmekten çekinmeyen hırs ve kibrin, kendi menfaatleri uğruna ülkeyi yangın yerine çeviren ihtirasın sembolü.

“Barış öldü, geride milyonlarca Barış var, Ahmet var, Ali var. Onlar ölmesin diye ne yapacağız” sorumuz budur.

Saraylardan asker ölüsü çıkmaz, zengin evlerinde asker yası tutulmaz, bayraklar hep fakir evlerine asılır, “vatan sana canım feda” diye haykıranlar hep fakirlerdir, devlet yoksul çocuklarını ve ailelerini sadece öldüklerinde hatırlar.

Demek ki bu bir sınıf savaşıdır, demek ki yoksul halk çocukları birbirine kırdırılmaktadır, demek ki büyük şairimiz Hasan Hüseyin Korkmazgil’in dediği gibi,

“kıyılar yağmalansın ormanlar çiftlikleşsin
bankalar yağ bağlasın tekeller et bağlasın,
holdingler palazlansın ortaklıklar göbeklensin
bu rüzgâr böyle essin”


diyedir gencecik çocukların toprağa düşmesi.

O halde önce bunu göreceğiz, “evlatlarımızı feda edeceğiz” diyenlerin çocuklarının neden bedelli askerlik yaptığını soracağız, neden zengin evlerinden asker ölüsü çıkmadığını soracağız, "neden hep biz ölüyoruz” diye soracağız.

Dün ak denilene bugün kara dendiğinde itiraz etmeyen sürüleşmiş kitleler değil, okuyan, düşünen, sorgulayan insanlar soracak bunu öncelikle.

Kendine cumhuriyetçi, sosyal demokrat, Atatürkçü diyen insanlar soracak; “vatan, millet, Sakarya” hamasetine düşmeden, ortada bir vatan savunması bulunmadığını görerek, gördüğünü anlatarak, bu kanlı ve kirli oyunu bozarak soracak.

Çünkü Barış’lar ancak böyle ölmeyecek, çünkü barış ancak böyle yaşayacak, çünkü barış içinde ancak böyle bir arada yaşanacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar