Süleyman Karan

Süleyman Karan

Şu ‘duayen’ politikacılar keşke olmaz olsalardı

En sinir olduğum laflardan biridir; tıpkı ‘Beyaz Türkler’ saçmalığı gibi, bu da plaza gazetecilerinin bir yerlerden öğrenip cılkını çıkarttıkları bir terimdir. ‘Duayen’ terimini ortaya çıkaran ve her rö- portaj yaptığı iş sahibini öyle sanmaya başlayan şizofrenik ekonomi gazeteciliğinin bir saçmalığı olarak yayılmış bir boş laf işte... Fransızca’dan gelen bu sözcük pek çok anlam taşıyor; tecrübeli, yaşlı, ak sakallı, yılanmış, emektar ve buna benzer anlamları yüklemek mümkün. Ama Türkiye’de hep tecrübeli, usta gibi vasıflarıyla öne çıkıyor. Çıkıyor da çıkmasına, söz gelimi o ‘duayen’ dediğiniz işadamı, mesela o sektörün yapısal sorunlarının müsebbiblerinden biri olabiliyor, yine aynı şekilde o duayen vergi kaçırma alışkanlığının, kompradorluğun, patent hırsızlığının, kara para aklamanın da bir zamanlar baş aktörlerinden biri... Yani sonuçta sektör neyse, duayen de biraz öyle... Ve sektörün bu halde olmasının da sebebi yine işte bunlar.

Bu seviyesizliğin sorumluları

Duayen, aynı şekilde bol bol siyasette de kullanılan bir sıfat... Ve Türkiye’de ‘duayen’ siyasetçiden söz ediliyorsa eğer, anlayın ki siyasetin bu seviyesizliğinden, Türkiye’nin bugünkü çıkmazlarından, siyasi partilerdeki bu kısır döngüden, yeni fikirler ve çözümler üretilmemesinden sorumlu birinden söz ediliyordur. Bunun başka bir açıklaması olamaz, zira gördüğünüz üzere, iktidarıyla muhalefetiyle, sağıyla soluyla, üç aşağı beş yukarı Türkiye’de siyaset denince ‘kirli bir iş’ algısı işte bunlar yüzündendir. Ve yine bunlar, yani her kimse işte bu ‘duayen’ siyasetçiler, utanmazca her siyasi krizde kendilerini, ‘koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi denmesi’ gibi, kurtarıcı olarak ortaya atmak gibi bir yüzsüzlüğe de sahiptirler.

Bunlardan en kaliteli olanları, ne yazık ki şanssızdır, zira adamcağızın bir muhafazakar siyaset felsefesi vardır ve ne zaman merkez sağda bir parti kurulması düşünülürse, hep o davet edilir. Ancak davet edenler hep kazık attığından o parti barajı aşamaz, bu adamcağız da her zamanki gibi tekrar evine döner. Çağıranların bir bölümü de varolan başka bir merkez sağ partiyle pazarlık yaparak bir şeyler kapar, işte bunlar da o ‘duayenler’dendir.

Böyle duayenler düşman başına!

Bir başkası, hani kulislerde üç ayda bir AKP’ye rakip parti kurup, AKP’yi bölecek zat-ı muhterem, öylesine kılı kırk yararak hesap yapar ve öylesine korkar ki, hep ona güvenip yola çıkanları yolda bırakır. Bir diğeri, ‘emekli’ TBMM Başkanı ise ya her sıkıştığında bir şiir okur ve ağlar ya da “Parti kurmak gibi bir düşüncem yok” açıklaması yapar, bir de üstüne şiir okur!

Merkez solda da hinlik yarışı hiç bitmez. Bunun en acı örneğini, Türkiye’deki seviyesiz siyasilerin en büyük kazığını yiyen İsmail Cem yaşamıştır söz gelimi... Yeni Türkiye Partisi’ni kurdurup onu yarı yolda bırakan ve bir ABD projesi olan siyasal islama yolu açanlar, onu yapayalnız bırakmıştır bir anda... Bu iyi niyetli adamcağız da bir daha kendine gelememiştir.

Puslu havanın değişmez aktörü

Merkez sol dendi mi, tabii ki bütün zamanların en duayeni gelir akla... Puslu havaların vaz geçilmez figürü, her seferinde bir şekilde gündemi değiştirmek için ‘devlet adına’ bir türlü ‘akil adam’ olarak ortaya çıkıp, bazı şeylerin fabrika ayarlarına dönmesi için varolduğunu kanıtlamak amacıyla vardır sanki! Ve punduna getirdiği anda da, ajandasına yazılı olan kurucu partiyi tekrar ele geçirme planlarını arka cebinden çıkartır. Malum yine ortalıkta ve bir diğer duayenin (korkak olanın), 2019 seçimlerinde köpürtülüp piyasaya sürülmesi için nabız yoklarken, öte yandan da partiyi ele geçirmek için planlarının rötuşlarını yapmakta... Elinde bir de ‘muhalif’ kanal var, orada ‘duayen’ gazetecilerle birlikte kendince partisine ayar çekmekle meşgul. Bu arada o kanalda merkez sol kadar aşırı sağ milliyetçi bir partinin eski temsilcilerini de izlemekteyiz ya sinir içinde!

Üç kuruşa tandır yemeyi siyaset sananlar

Niye mi böyle? Niye mi bir farkındalık yaratacak, bu halkın taleplerini dile getirecek, Türkiye’nin tepetaklak gidişine somut bir programla çare üretecek bir siyasi parti yok?.. Biraz Siyasi Partiler Yasası’nın ve parti tüzüklerinin katılımcılığı engellemesinden kaynaklı diyelim. Bu doğru ama peki ya insan kaynakları?.. İşte bu da o duayenlerden kalma berbat bir miras... Bir partide bir yurtseverin görev alması, etkin olmasına izin vermeyen bir gelenek, bu ‘duayenler’in yıllarca bu siyasi hayata egemen olmasından, partilerini iğdiş etmesinden... İşte bu sebeple sağından solundan partilerin vekilleri siyaseti TBMM restoranında üç kuruşa tandır yemek, kendi uydurdukları kulislere inanmak, parti grup toplantıları sonrası dedikodu yapmak ve işler karıştı mı da bağıra çağıra hamaset yapmak sanıyor. Duayeni böyle olan siyasetin vekili de, partisi de, MYK’sı da, il yönetimi de böyle oluyor. İşte bu sebeple, koşar adım berbat bir yoz bir rejime doğru giderken, bir yandan bununla mücadele etmek diğer yandan da köhnemiş siyasete taze ve temiz ruhlar bulmak gerekiyor. O temiz ruhlar, kulislerin pis kokulu atmosferinde bulunmaz. “Sayın vekilim” diye birbirlerine hitap eden, bir tür ‘salla başını, yap rolünü ve al maaşını’ sisteminin yerine, ‘insan için, insanca siyaset yapan’ insanlara ihtiyacı var bu ülkenin, o da bu siyasi partilere ayar veren duayenler def edilmedikçe olmaz! Bu ülke, acilen yeni bir siyasete ihtiyaç duyuyor artık!...

Önceki ve Sonraki Yazılar