Suriye karmaşası…

Suriye ve Irak toprakları, emperyalist paylaşım ve hegemonya mücadelesinin çeşitli yöntem ve araçlarla, vekalet savaşlarıyla yürütüldüğü, yeni stratejilerin, yöntemlerin sınandığı bir dünya savaşı alanına dönüştü.

Suriye’deki savaş, görünürde Esat’a bağlı Suriye silahlı kuvvetleri, ÖSO, IŞİD, PYD vb. arasında ve “herkesin herkese karşı savaş”ı biçiminde sürüyor.

Bunların arkasında ise, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, Çin gibi büyük emperyalist güçler, İran, Türkiye, İsrail, Mısır, Suudi Arabistan gibi bölge ülkeleri var.

En güçlü emperyalist ülke ABD dahil, hiçbir aktör bölgeyi tümüyle kontrol edemiyor. Yakın dönemde herhangi bir güç bu bölgede bir düzen kuracak gibi de görünmüyor. Bu düzensizlik, belirsizlik durumunu anlatmak için haklı olarak “kaos” terimi kullanılıyor.

“Kaosu yönetmek” ise kan dökmeye devam anlamına geliyor.

***

Bölgede son iki yılda iki siyasal güç öne çıktı: IŞİD ve PYD.

IŞİD kapkaranlık bir vahşet örgütü. Saldırgan yayılma stratejisi, Ortadoğu’da ve Batı’da da toplumsal beslenme havzaları, mali kaynakları, gelişmiş silahları olan, Irak ve Suriye içinde geniş toprakları, 6 milyon nüfusu kontrol eden bir devlet örgütlenmesi.

ABD ile IŞİD arasındaki ilişkinin tam ve doğru bilgisine sahip değiliz. “Olayların mantığı” ise şu saptamaları yapmamıza olanak veriyor.

Bir: IŞİD belli bir dönem, Suriye ve Irak’taki İran/Şii etkisini gerileten, dengeleyen, dolayısıyla ABD çıkarlarına hizmet eden bir güç olarak öne çıktı. Irak’ta devrik Baas/Saddam güçlerinden, Suriye’de ÖSO içindeki ayrışmalardan, Sünni bir eksen kurmaya çalışan Suudi Arabistan ve Türkiye’den destek alarak büyüdü.

İki: Özellikle, Musul’un işgaliyle birlikte IŞİD’in Şii Araplara, Ezidilere ve Kürtlere karşı giriştiği vahşet ve katliam bu kez de, güç ve prestij yitirmiş ABD’ye Ortadoğu’ya yeniden kurtarıcı bir misyonla dönüş için en “ideal” gerekçeyi sunmuş oldu.

***

PKK çizgisinde bir oluşum olan PYD ise “Rojava Devrimi” ile öne çıktı. Rojava’da Afrin, Kobane ve Cizire’den oluşan üç kantonlu bir devletçik kuruldu.

Rojava, seküler, toprak kardeşliğini esas alan bir oluşum olarak, emperyalistlerin planlamadığı, hatta öngörmediği, bu planları bozan, geciktiren bir “kötü örnek” olarak var oldu.

Rojava’yla Ortadoğu’nun dengeleri değişti; “Kürt sorunu”nun stratejik “değeri“ arttı.

Büyük ölçüde Barzani Kürtlüğüne endeksli ABD ve İsrail’in Kürt siyasetleri PKK-PYD’yi de hesaba katacak biçimde revize edildi. IŞİD’e karşı savaşta öne çıkan PYD, Kürtler içindeki konumunu sağlamlaştırdı; Batı’daki meşruluk algısını güçlendirdi. Herkese karşı manevra alanını genişletti.

***

Tel Abyad’ın IŞİD’den kurtarılması, Kobane’ye IŞİD saldırısı ve bu saldırının püskürtülmesinden sonra, Erdoğan “Türkiye’nin güneyinde bedeli ne olursa olsun bir devlet kurulmasına izin vermeyiz” dedi.

IŞİD devletine, onun Suriye sınırındaki varlığına karşı çıkmayan Erdoğan’ın, Rojava’daki Kürt oluşumuna şiddetli biçimde tepki göstermesinin nedenleri üzerinde düşünmek gerekiyor.

Genelkurmay’ın Suriye savaşına isteksizliğine, yeni hükümetin beklenmesini savunduğuna ilişkin haber ve yorumlar, emperyalist merkezlerden gelen mesajlar ise durumun göründüğünden daha karmaşık olduğunu gösteriyor. Bu konuları daha sonra açarız.

Bu koşullarda, konumları her bakımdan zayıflamış olan Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin Suriye sınırında Kürtlere savaş açmasını önlemek için mücadele etmek, her şeye rağmen Suriye’nin bütünlüğünü, Kürtlerin bu bütünlük içindeki siyasal varlığını, seküler halk güçlerinin birliğini savunmak gerekiyor.


Önceki ve Sonraki Yazılar