Tan ağarırken…
7 Haziran seçimi, tarihe Erdoğan’ın başkanlık dayatmasının yüzde 60’a yakın oyla reddedildiği bir referandum olarak geçecek.
Öncesinde olduğu gibi, sonrasında da bu seçim ve yol açacağı gelişmeler üzerine çok konuşulup yazılacak. Bu seçimin önemi ve “oy’un değeri” zamanla daha iyi anlaşılacak.
8 Haziran sabahında ilk saptama ve izlenimlerimi paylaşıyorum.
Erdoğan, 2013 Gezi/Haziran direnişinden sonraki en büyük darbeyi almış; aslında vezir düşmüştür. “Başkanlık rejimi” adı verilen tek adam devleti, sokaktan sonra sandıkta da geri çevrilmiştir.
Bu sonuçlardan sonra, AKP parti devletinde ve iktidar blokunda çözülme hızlanacaktır. Göreceğiz.
Erdoğan kendisi için daha büyük bir felaketi, devletin tüm olanaklarını kullanarak, oluk gibi para harcayarak, medyayı ve anket şirketlerini dev bir propaganda makinesine dönüştürerek, provokasyon, tehdit, şantaj ve hilelere başvurarak önlemiştir. Seçim sonuçlarını etkileyecek ölçüde hile yapılamamış olmasının, hile yapılmadığı anlamına gelmediği bilinmelidir. Seçim günü gönüllü gezici gözlemciydim ve bir tek ilçede onlarca mükerrer oy kullanıldığını, saptanabilen somut örnekler üzerinden biliyorum.
7 Haziran seçimlerinde sandık güvenliğini, Gezi/Haziran felsefesinde oluşan başta “Oy ve Ötesi” olmak üzere sivil örgütlenmeler, partili partisiz, görevli gönüllü yüzbinlerce yurttaş sağladılar. Yurttaş bilincindeki bu gelişmenin önemli bir kazanım olduğunu düşünüyorum.
Yüzde 10 barajı yıkılmıştır! Erken veya geç, bu ülkede artık bir daha yüzde 10 barajının olduğu bir seçim yapılamaz.
Bu seçim, yalnız Erdoğan ve AKP’nin değil, dinci gerici, mezhepçi, şoven milliyetçi, hukuk, ahlak tanımayan, Türkiye’yi çözen ve çürüten, savaşa ve iç savaşa sürükleyen “Yeni Türkiye” projesinin tarihin çöplüğüne atılması için son derece uygun bir siyasal ortam, emeğin, sınıf mücadelesinin daha açık ve güçlü biçimlerde kendini duyuracağı bir sola açılış için de son derece elverişli koşullar yaratmıştır.
***
Bu seçim sonuçlarına katkısı olan her siyasal özneyi, hatta kişiyi kutlamak gerekiyor. En büyük payın Demirtaş önderliğindeki HDP’de olduğu açık. HDP, iyi bir zamanlamayla, büyük bir siyasal risk ve sorumluluk üstlenerek seçime parti olarak girmeye karar verdi. “Seni başkan yaptırmayacağız!” diyerek, AKP ile koalisyona girmeyeceğini açıkça duyurarak AKP karşıtı birikimi kazanan bir seçim stratejisi uyguladı. Barış ya da çözüm sürecinin AKP diktatörlüğüne endekslenmediğini gösterdi. Etnik, dinsel vb. kimlik karşıtlıklarını yumuşatan, emek taleplerini öne çıkaran bir dil ve davranış geliştirdi. Diktatörün çekmek istediği mindere, provokasyonlara gelmedi vb.
Solcular, sosyalistler, laik devleti, seküler toplumu savunanlar, farklı siyasal partileri, eğilimleri benimsemiş yurttaşlar bu seçimin yarattığı kutuplaşmayı doğru okuyarak HDP’ye destek verdiler. Bu bir ölçüde, ülkenin geleceğini kendi siyasal kariyerlerinden daha öne koyan, HDP ve Kürt düşmanlığını kaşımayan siyasetçilerin, örneğin CHP yöneticilerinin tutumlarına da yansıdı.
HDP’nin barajı aşmasına en büyük, sonuç belirleyici katkı ise, deyim yerindeyse “sosyolojik sol”dan, emekçi yoğun kentlerden geldi. HDP, geleneksel oy depoları dışındaki esas büyük oy sıçramasını İstanbul, İzmir, Adana, Mersin, Antalya, Gaziantep ve benzeri emekçi yoğun yerlerden sağladı.
“Emanet” demek ne kadar doğru emin değilim ama, ben de HDP’nin yukarıdaki iki paragrafta andığım kesimlere borçlandığını düşünüyorum.
***
“Karanlığın en koyu olduğu zaman, sabaha en yaklaşıldığı andır” diye bir söz var. 7 Haziran seçimleri, bana bu sözü anımsattı. Türkiye’de tan ağarıyor. Güneşin doğmasına ise daha çok var!
Bu seçim sonuçlarıyla, bu sürece dayanacak bir azınlık ya da koalisyon hükümeti çok zor görünüyor. 8 Haziran sabahında, duyduklarım içinde en iyi seçenek bana, AKP’ye yeniden hükümet olma olanağı vermeyen, önemli önceliği seçim barajını sıfırlamak, kritik iç savaş yasalarını iptal etmek, yargıdaki AKP örgütlenmesini dağıtmak olan bir erken seçim hükümeti/koalisyonu olur gibi geliyor.