Tarih Demirel için ne diyecek?

Bizim kuşağın hayatının uzun bir bölümü Süleyman Demirel ile uğraşarak geçti. 1960’larda siyasal bilincini kazanmış “ilerici” kesimden söz ediyorum. ‘Morisson Süleyman’lığından başlayarak yıllar boyu onu konuşa konuşa, eleştire eleştire orta yaşlı olduk, hatta yaşlandık!

1974’te İsmail Cem’le birlikte TRT’ye gittiğimizde, çok başarılı olmamıza rağmen bizi, “Milliyetçi Cephe”nin Başbakanı olarak TRT’den attıran Demirel’dir. Haklı öfkelerimizin hedefindeki adamdı.

1970’li yıllarda Türkiye’yi askeri darbeye hazırlamak için paramiliter örgütler birbirlerini ve başkalarını öldürürken “Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz!” diyerek bizi çileden çıkaran da oydu….

Böylece devam edebilirim.
Ne var ki, daha sonraki yıllarından iyi şeyler de geliyor aklıma. Helsinki Şart’ındaki temel insan haklarını savunmaya başladığı yıllar, eleştiriye hoşgörüsü, renkli deyişleri, askeri baskılara karşı direnci…

Uzun sürmüş siyasi kariyerleri değerlendirmek bu yüzden zordur. Demirel’i yalnızca tek bir kare olarak hatırlarsanız (örneğin Deniz’lerin idamının kabulü için oy verirkenki resmi) konuşacak bir şey kalmaz. Affedilir yanı yoktur!

Ancak, hayatlar devam eder. Başka kareler albüme girer. Tarihsel hakşinaslık adına onları da yok sayamazsınız. Siyasetçi de, tüm iyilik ve kötülük yetileriyle, bir insandır nihayet. İyilik ve kötülük yapma yetisi emrindeki erk ile fena halde büyütülmüş bir insan…

***

Demirel gerçek bir homo politicus olarak yaşadı. Bu terimi Platon’un kullandığı anlamda, yani her yurttaşın sahip olması gereken bir nitelik anlamında kullanmıyorum; tüm hayatını siyasete adamış, ondan başka bir şey yapmayan, yapamayan insan anlamında kullanıyorum. Deniz Baykal, bir başka homo politicus örneğidir. Hayatı siyasettir. Ama Bülent Ecevit öyle değildi, hayatında başka şeyler de vardı.

Demirel’in “siyasetin giriş kapısı vardır ama çıkış kapısı yoktur” derken ifade ettiği budur.

Bu türden uzun süreli yoğunlaşmanın ülkeler açısından çok da iyi olmadığı öne sürülüyor.. Çünkü, özellikle iktidarken yapılan siyaset, o kişileri zehirliyor, gerçeklik duygularını örseliyor ve onları iktidar için her şeyi yapmaya hazır despotlara çeviriyormuş. Etrafa bakınacak olursanız, çeşitli örnekler bulabilirsiniz!
İşin tuhafı, Demirel için öyle olmadı. Tam altı kez başbakan olan ve tam 12 yıl Başbakanlık yapan (Cumhurbaşkanlığı da cabası) Demirel yaşı ilerledikçe yumuşadı, iktidara daha azalan bir ihtirasla bakmaya başladı. Belli ki, o sadece sonucu, yani iktidarı değil, süreci de seviyordu.
Politikayı tutkuyla sevenler... İşte bunlar gerçek homo politicus’lardır.

***

Demirel’in gençlik yıllarında sergilediği, köylü makyavelizmi ile mühendis hesapçılığı arasındaki siyaset tarzı, kitlelerin hoşuna gitse de, aydınlarca sevilmedi. Dinin istismarı da bu reçeteye dahildi.

Ama Demirel onu çok ileri götürmemesini bildi. Öyle sanıyorum ki, yıllar ilerleyip demokratik rejimin korunmasına inancı pekiştikçe, din istismarının ülkeyi nereye sürekleyeceğini gördü. Son yıllarında Batı demokrasilerinin temel değerlerine yaptığı vurgular artmış, Türkiye’nin çağdaş dünyadaki yeri konusundaki tereddütleri azalmıştı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihsel misyonunu küçümseyen ve onu sabote etmeye çalışanlarda en nefret edilesi özellik, nankörlüktür. Onlar bir hiç iken, bu yoksul Cumhuriyet tamamen liyakata dayanan sınavlarla onları liselere, üniversitelere sokmuş, Amerikalarda yüksek lisanslara, doktoralara göndermiştir. Genel Müdür, Milletvekili, Başbakan, Cumhurbaşkanı yapmıştır. Genç Cumhuriyet’in tanıdığı bu yükselme şansı, sosyologların “upward mobility” dedikleri olanak, her türlü övgüye layıktır.

Demirel işte bunu görmüş, Çoban Sülü’den Cumhurbaşkanı yaratan çabaya saygı duymuş, ona küfür etmeyi reddetmiştir. Bu da onu 2002’den bu yana bu ülkeyi yönetenlerden farklı kılmıştır.

Cumhuriyet tarihi elbette bunu not edecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar