Tarih ve Krallar

            Suudi Arabistan Kralı Abdullah öldü, taşsız bir mezara gömüldü. Türkiye Cumhuriyeti’nde matem ilan edilip, bayrağımız yarıya indirildi. Cumhurbaşkanımız, gezisini kesip, doğruca cenaze törenine gitti…

 

            Kral Abdullah 2007’de Türkiye’ye geldiğinde, o zamanki Cumhurbaşkanımız Gül kendisine “protokol ötesi” davranarak, oteline gitmiş, Kral ülkesine dönerken de havaalanından uğurlamıştı… Dönüş günü olan 10 Kasım’da, resmi törende, yarıya indirilmesi “caiz” olmadığı için Suudi bayrağı göndere hiç çekilmemişti. Zaten –haşa- Suudi Kral’ın Anıtkabir ziyareti de hiçbir biçimde söz konusu bile olamazdı! Bu arada Kral, Bayan Gül ve Bayan Erdoğan’a “yükte hafif, pahada ağır” hediyeler getirmiş, ama bunların ne olduğu ve değerleri bir türlü o zamandan beri Türk kamuoyuna açıklanmamıştı. (Mehmet Y. Yılmaz, Hürriyet’te, bu konuyu neredeyse her gün gündemde tuttu…)

 

            Mekke’de, Kabe’ye tepeden bakan altın Saray’ında oturup, 48 uçakla seyahat etmeyi adet haline getirmiş olan Kral Abdullah’ın başka icraatı neydi? Abdullah Gül, yayınladığı taziye mesajında Suudi Kral’ın bir “Türk dostu” olduğunu ilan etti ama, kendisinin icraatından bütün Türklerin değil, “bazılarının”  dostu olduğu belliydi: Abdullah, Suudi Arabistan’da Türklerden, Osmanlıdan kalan ne varsa, hepsini yerle bir etmeyi, ortadan kaldırmayı hüküm sürdüğü 20 yıl boyunca “görev” saymıştı ! Cumhurbaşkanlığı sırasında İngiliz Kraliçesinin Dolmabahçe önündeki zırhlısına ; Kral’ın da oteline giderek “protokol” ötesi davranabilen Abdullah Gül, şimdi de gerçekleri göz ardı edebilecek kadar “nazik” bir davranışta bulunuyordu ! “Yeni Osmanlıcılık”ın şampiyonu(!) Başbakanımız bu işe bir yorumda bulunabilir mi?

 

            Suudi Arabistan ile AKP iktidarı arasında, son iki yıla kadar uyum söz konusuydu. Türkiye-Suudi Arabistan-Katar üçgeninde, önceleri, Mısır, Suriye ve Irak konusunda çok “yakın” bir işbirliği yaşandı… Ta ki bu konulara Obama Yönetimi yeni bir “ayar” verinceye kadar…

 

            Mısır’da Müslüman Kardeşler Yönetimi’nin aşırılıklarından vazgeçmeyeceği anlaşıldığında ve Mursi devrilip, Sisi iktidara getirildiğinde, kayıtsız-koşulsuz ABD’ye bağlı Suudilerle AKP iktidarının arası açılmaya başladı. Bu arada, Suudi-Katar-Türkiye üçgeninden, Suriye’deki Cihatçı gurupları destekleme konusunda da anlaşmazlık belirdi. IŞİD, işi azıtınca, ABD bu işe de yeni bir ayar getirmek istedi ve önce Suudi Arabistan, sonra da Katar, Türkiye’yi yalnız bıraktılar. Şimdi, ABD Yönetimi, Suriye ve Irak konusunda Türkiye’yi, önceliğin Esad’ı düşürmek ve Şam’da namaz kılmak değil, IŞİD’i etkisizleştirmek olduğuna “ikna”ya çalışıyor!

 

            Suudi Kralı’nın Vahabi usulünce taşsız, adsız bir mezara defnedilmesi, Kral’ın tarihte önemli bir yerinin olamayacağına ilişkin tek gösterge değil… Zaten Kral’ın Suudi Arabistan’ın tarihsel, geleneksel rolünde en ufak bir değişiklik yapmaması, düşünmemesi, asıl gerekçedir. Çıkarttığı petrolle, ülkesindeki “üretim” (varsa tabii) arasında hiçbir bağlantı olmayan; bütün varlığını feodallerin zenginliğinin ABD’nin desteğine seferber eden bir sözde “devlet” oluşu; OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) içinde Batı’nın “ajanı” konumundan hiçbir zaman vazgeçmemesi, Suudi Arabistan’a zaten “tarih” içinde bir yer kazandırmıştır(!)

 

            1979’da yayınlanan “Orta Doğu Petrolünün Uluslararası Politikadaki Yeri” başlıklı kitabımda, Suudi Arabistan’ın OPEC fiyat politikasında nasıl belirleyici olduğunu açıkladıktan sonra, Sonuç’un son cümleleri olarak şunu yazmıştım : “OPEC’in fiyat politikası, azgelişmiş Üçüncü Dünya devletlerini her geçen gün daha da güçsüzleştirmektedir. Yakın bir gelecekte, OPEC, Üçüncü Dünya devletlerine ayrımlı bir fiyat politikası benimsemezse , Üçüncü Dünya hareketine sırt çevirmiş ve tarih içinde kendisine kötü bir yer seçmiş olacaktır.” Bugünlerde Suudi Arabistan yine OPEC içindeki “ajan” rolünü, bu kez de tersini yapıp, petrol fiyatlarını düşük tutarak, Rusya’ya karşı oynamıyor mu ? Krallar, padişahlar, tarihte kendilerine değil, milletlerine ve devletlerine olumlu yerler aramalı…

 

NOT : Dün 24 Ocak 1980 kararların yıldönümüydü. 12 Eylül ile 24 Ocak arasındaki bağlantıyı çok iyi açıklayıp anımsatan Ersin Erkan arkadaşımızın dünkü YURT’taki “Mizan” köşesindeki yazısını okumayan okurlarımıza kuvvetle salık veriyorum.

 

 

                  

             


Önceki ve Sonraki Yazılar