Leyla Emeç Tavşanoğlu

Leyla Emeç Tavşanoğlu

Tel tel dökülüyoruz

Geçen Çarşamba günü (14 Mart) sabah telefonum çalıyor. Bir erkek sesi “Leyla Tavşanoğlu’yla mı konuşuyorum?” diye soruyor.
Ben: “Evet, ben Leyla. Ne istemiştiniz?”
Karşımdaki ses yanıtlıyor: “Hakkınızda zorla mahkemeye götürülme kararı var. Ancak kayıtlı adresinizde bulunamadınız. Bize ikamet ettiğiniz adresinizi verir misiniz?”
Ben: “Anlamadım. Ne ifadesi? Hangi dava bu?”
Birden aklıma bir sahtekarlık kurbanı olabileceğim geldiği için soruyorum: “Kimsiniz?”
Cevap: “Ben polis memuru Murat. Sizi... karakolundan arıyorum.”Ekrandaki numaraya bakıyorum. Doğru. Söylediği karakolun numarası.
Ben: “Olayı anlayamadım. Lütfen bana ne olup bittiğini ayrıntısıyla anlatır mısınız?”
Polis memuru Murat Bey: “Efendim, siz tanık olarak davetli olduğunuz halde 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Cumhuriyet gazete’si davası duruşmalarına katılmamışsınız. O nedenle hakkınızda zorla götürülme kararı var. Yazı 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nden geldi. Kayıtlı adresinizde bulunamadığınız için sizi telefondan arıyorum.”
Ben: “Bakın, bugün ayın 14’ü. Ben 9 Mart 2018 tarihli duruşmada ayrıntılı ifademi tanık olarak Silivri’de verdim. Sanıyorum tanıklık görevimi yerine getirdiğim için mahkemeye zorla götürülmeme gerek kalmadı. Ayrıca bu sözlerime inanmıyorsanız duruşma tutanaklarına bakarsınız. Ama daha kolayı var. Bugünkü Yurt Gazetesi’nde yayımlanan köşemde 9 Mart’taki duruşmada verdiğim ifadeyi ayrıntısıyla yazdım. Mahkemelerle Emniyet arasında bir iletişimsizlik mi var? Galiba başla bacak birbirinden habersiz hareket ediyor.”
Polis memuru Murat Bey şaşırıyor: “Öyle mi? 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nden kontrol edelim. Size geri döneriz.”
Ama bir daha ne arayan var ne de soran.
Doğrusu hiç anlamadım. Bu iletişim çağında, teknoloji bu kadar gelişmişken nasıl olur  da beş gün önce verdiğim ifade yok var sayılır? Bu kopukluk nereden kaynaklanıyor? Bu soruların yanıtlarını bulmaya çalışıyorum ama nafile.

xxx

Aynı gün öğle saatlerinde Anadolu yakasında bir toplantım var. Toplantı üç buçuğu biraz geçe bitiyor. Trafik çok rahat. Bağdat Caddesi, hele Birinci Boğaz Köprüsü boş. 15 dakikada Avrupa yakasına geçiyorum. Çevre yolundan tam Beşiktaş sapağına geliyorum ki o ne? Trafik tıkanıyor.
Tampon tampona Barbaros Bulvarı’ndan Beşiktaş’a iniyoruz. Beşiktaş Caddesi daha da kötü. Akaretler’den kaçmayı düşünüyorum. Yol kapalı. En kötü ihtimal Dolmabahçe sapağından giderim diyorum. O da ne? Meğer Beşiktaş-Bayern München maçı varmış. Orası da kapalı.
İtalyan Yokuşu ve Sıraselviler üzerinden Taksim Meydanı’na çıkıyorum. Buyrun bakalım. Mete Caddesi girişinde polis barikatı. Geri dönüp Sıraselviler’den İstiklal Caddesi’ni atlayıp Tarlabaşı Bulvarı’na çıkarak Harbiye’ye gideceğim. Orası da polislerce çevrilmiş.
Sonunda dayanamayıp polis memurlarına”Sizin göreviniz vatandaşa eziyet mi etmek? Evime gidemiyorum. Maç yüzünden bütün yolları kapatmışsınız” deyince polislerden biri bana Gümüşsuyu Caddesi’ne inip Kamarot Sokak’a sapmamı, orasının açık olduğunu salık veriyor. Mutlaka doğrudur diye seviniyorum ama sevincim kursağimda kalıyor. Orası da kapalı. Sonuçta Taksim Meydanı’ndan tabana kuvvet eve varıyorum. Ben yine de şanslıyım. Ya Şişli, Osmanbey,Pangaltı.Nişantaşı,Teşvikiye’de oturanlar ne yapsın? Uzun sözün kısası bir fotbol maçı yüzünden vatandaşa çektirilen eziyet bu. Madem futbol maçları öncesi güvenlik önlemleri alacaksınız bunu doğru dürüst yapın. Bütün yolları trafiğe kapatarak mı terörle mücadele edeceksiniz?
Eğer bir futbol maçı sırasında şehir içinde bir terör olayı patlak vermesinden bu kadar korkuyorsanız Dolmabahçe, Kadıköy’de de Şükrü Saraçoğlu statlarını şehir dışına taşırsınız. Vatandaşa da bu eziyeti çektirmezsiniz.

Önceki ve Sonraki Yazılar