Toplumsal amortisman anayasa ve liberalizm

Yeniden anayasayı tartışıyoruz.
Anayasa deyince tartışma daha çok temel haklar üzerinden yürüyor.
Çünkü günlük yaşamı en çok etkileyen konu bu...
Ya da öyle düşünüyoruz.
Oysa Anayasa'nın çok daha önemli maddeleri var.
Üzerinde düşünülmediği, tartışılmadığı için pek de önem taşımıyormuş gibi görünüyor.
Örneğin 73. Madde herkesin kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlü olduğunu söylüyor...
Burada "mali güç" kavramının altını çizmek gerekiyor.
Ne demek mali güç?
Anayasa Mahkemesi'ne göre bu gelir, servet ve harcamalar demek...
Yani vergi bu üç kritere göre farklı oranlarla "adil biçimde" toplanmalı...
Miras ve şans oyunları dışında servetten vergi alınması pek de görülmüş bir şey değil.
Geriye gelir ve harcamalar kalıyor.
Devlet gelirden çok harcamalarla ilgileniyor.
Kamu gelirleri içinde dolaylı yani gelire bakılmadan alınan vergilerin oranı yüzde 70'e ulaşıyor. Devlet, dolaylı vergiler üzerinden gelire bakmadan herkesten aynı vergiyi alarak korkunç bir adaletsizliği, daha ötesi gelir transferini sürdürüyor.
Vergiyi tüketim üzerinden alarak yoksullardan zenginlere doğru bir gelir adaletsizliği yaratıyor.
Örneğin cep telefonu kullanımından alınan Özel Tüketim Vergisi...
Geliri 1000 lira olan da 100 bin dolar olan da aynı vergiyi ödüyor.
Bu bilerek, isteyerek yapılan bir tercih...
Anayasa'nın 73. maddesi bu yüzden kâğıt üzerinde...
Örneğin taksiler... İstanbul'da değeri 1,5 milyon liraya ulaşan taksi plakası sahipleri ayda en az 7 bin lira, yılda 84 bin lira gelir elde eder...
Peki, ne kadar vergi verirler?
100 lira ile 1200 lira arasında...
O da keyfine kalmış.
Şoför esnafını korumak için getirilen bir düzenleme korkunç bir rant aracına dönüşmüş durumda.
Kimse bu sisteme dokunamaz...
On katı vergi ödeyerek yolcu taşımak isteyenler "korsan taksi" adı altında aforoz edilir, olmayacak cezalara çarptırılır.
Oysa açlık sınırında çalıştırdığı şoförün "sigortasını" bile ödemeyen plaka sahipleri, adeta bir vergi dokunulmazlığından yararlanır.
Basit bir dükkân sahibi bile bin 500 liralık yazar kasa almasını zorunlu tutarken, taksicilere basit bir yazar kasa, gelirini belgeleyecek basit bir sistem otuz yıldır getirilemez...
Sadece taksiler değil, otobüsler, minibüsler, dolmuşlar da öyle...
Bu bilinçli bir tercihtir.
Meseleye bir de şu yandan bakalım.
Piyasa mekanizması içinde üretime katılan her şey, bir maliyet unsuru olarak hesaplanır. Binalar, makineler, araçlar, beyin ve kol emeği...
Kapitalizmin sihirli kelimesi "yeniden üretimdir".
Sermaye, mallar, teknoloji yeniden üretilmelidir...
Bu yüzden binalar, makineler, araçlar için amortisman bedeli ayrılır.
Yoksa "sermayeden" yersiniz...
Peki ya işgücü?
Sistemin sürdürülmesi için işgücünün de yeniden üretimi şarttır...
Ve bu yeniden üretim işletme dışında gerçekleşir.
Binalardan, araçlardan farklı olarak zihin ya da kol emeğinin ömrü "insan yaşamı" demektir. Parayı bastırsanız da yenileyemezsiniz.
Türkiye'de ortalama yaşam süresi 74 yıl.
Ortalama emeklilik yaşı 60.
Yani otuz, kırk yıl çalışıp, kötü bir maaşla emekli olduktan sonra geriye 14 yıl kalıyor. İşgücünün yeniden üretimi için kamunun üstlenmesi gereken eğitim, sağlık gibi kalemler ticarileştirilir ve piyasa mantığına bırakılırken, ücretler de yoksulluk sınırına doğru yaklaşıyor.
Bunun anlamı zihin ya da kol emeğinin "ömrü pahasına" üretimdir.
İşte, yeni anayasa yapılırken asıl tehlike ücretlerini kendileri belirleyenlerle, ücretlerini kendileri belirleyemeyenler arasındaki dengenin kalıcı olarak bozulmasıdır.
Ücretlerini kendilerini belirleyemeyenlerin tek seçeneği olan örgütlenmenin, sendikal hakların yerle bir edildiği bir sistemde bu kaçınılmazdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar