Övgün A. Ercan

Övgün A. Ercan

Türkiye’de kentlerin dönüşüm güçlüklerinin kökeni göç ile çoğun artışıdır

Kentleşme, toplu olarak bir yerde yaşamın geliştirilmesidir. Kentleşmeyle; toplumun, güvenliği, yaşam niteliği, ekin ile geçim/tutum dokusu, ayrıca düzeni değişir. Her kente özgü, toplum davranış biçimleri değişiktir. Kırsal alanlardan göçenlerin o kentin değişik geçim-tutum, toplum davranışları, ayrıca ekinine uygun bir yaşam sürdürmesi beklenir.

Türklerde toplumsal yapılanma oldukça güçlüdür. Toplumsal sınıflar arasındaki bağ da töre gereği çok sıkıdır. O nedenle kırdan kente göçen öz alışkanlıklarını değiştirmeden sürdürmektedir. Kırdan kente göç eden, geleneksel yapısını korumaya çalışan gecekondu toplumu çağdaş kent yaşantısı ile ekinini benimseyememiştir. Böylece yerli kentliyle, göçmen arasında büyük bir uçurum oluşmuştur.

1950-1985 yılları arasında kentleşme güdülenmiş, 1985 ile 2000 yıllarında kırsal kesimden kentlere yönelen büyük göç dalgaları çok büyümüştür. Bunun en önemli bileşeni de güvensizlik ile geçim sıkıntısıdır. Ne var ki, kentler, gelen yoğun göçleri alacak alt yapısı olmadığından gecekondulaşma, çarpık kentleşme, eğitimsizlik, nesnel ile ekinsel sorunlar doğurmuştur. Böylece, Batı Anadolu’da olan seçkin kent kültürü bozularak; davranışıyla, diliyle, temizliğiyle, yaşam anlayışı, yapılaşması, siyasi görüşü, geçim-tutum anlayışı, değerleriyle karman çorman biçimde kentten çarpık köye dönüşüm oluşmuştur.

Moskova’da km2 başına düşen kişi sayısı 1005 kişi iken, 78 milyonluk Türkiye’de, İstanbul’da, 2 bin 850 kişi düşmektedir. Bu sıkışıklık içinde mutlu bir yaşam, geçim, güven, gönenç beklenebilir mi? Rusya’da km2'ye düşen kişi sayısı 8 kişi iken, Türkiye’de 100 kişidir.

Eskiler ile gelenler aynı alanı paylaştıklarından ulaşım, eğitim, kaynaşma, uygarlaşma, toplumsal uzlaşma sıkıntıları doğmuştur.

Yollar daha çok kişi, daha çok araçla dolunca, ulaşımda hız saatte 12 km’ye düşünce bir kentli 4 saatini işe gidip gelmeye ayırmış, yaşamda verimliliği yaklaşık 11 yıl düşmüştür.

Dağ, taş, köy, kent, boşta gezen eğitimsiz kişilerle doludur. Çoğu da boşlukta kalma sonucu dinsel, ayrılıkçı, siyasal, eşeysel-seksiüel sapkınlıklar içindedir.

Kentleşme oranı; Kuzey Amerika’da yüzde 83, Güney Amerika’da yüzde 79, Avrupa’da ile Rusya’da yüzde 73, Afrika’da yüzde 40, Asya’da 42 kentleşmiştir. Türkiye’de 1927’de kentte yaşayanların oranı yüzde 27 iken, günümüzde ise 77’dir. Kırsaldan kente göçüş hızla sürmektedir.

Türkiye’nin kentlerinde yıllık kişi artışı yüzde 27 gibi çok büyük bir sayıdır. Bu artış, Antalya’da 46, Diyarbakır’da 38, Konya’da 37, Bursa’da 36, İstanbul’da 28, İzmir’de 24, Ankara’da 22,’dir.

Kentleşmek amacıyla İstanbul’a göçen her kişinin uyumu için 30 bin dolarlık alt yapı yatırımı yapmak gereklidir. Bu yatırım yapılabiliyor mu?

Günümüzde kentlerin yüz ölçümü ülke yüz ölçümünün yüzde 1’dir. Ülkenin yüzde 77’i yalnızca yüzde 1’lik alana sıkıştırılmıştır. Bu kadar dar alanda kentsel dönüşüm nasıl yapılabilir? Ancak gökdelenler yapılarak daha çok kişiyi daha dar alana sığıştırırsınız. Peki! Bu sıkıştırmanın getireceği ulaşım, kirlilik, alt yapı, kişi psikolojisinde yaptığı bozukluklar konusu nasıl çözülür?

Avrupa Birliğinde doğum/çoğalma oranı ortalaması ise 0,99 iken, Rusya’da 1,24, Türkiye’de ise 2,14 dolayında, 2 ile 2,5 kat büyüktür. Avrupa’nın çoğunu her yıl yüzde 0,04 azalmaktadır.

2015 yılında toplam doğurganlık hızının en yüksek olduğu iller 4,4 çocuk ile Şanlıurfa, 4,01 çocuk ile Şırnak, 3,80 çocuk ile Ağrı, 3,55 çocuk ile Siirt’tir. Bu kesimler deprem bakımından en güvenli yerlerdir. Doğurganlığın en düşük olduğu iller ise 1,53-1,55 çocukla Edirne, Çanakkale, Kırklareli, Eskişehir ile Zonguldak’tır. Özet ile Güney Anadolu, Batı illerine göre 3 kat daha çok çoğalmaktadır. Buraları da eğitimin en düşük, yoksulluğun en yüksek olduğu yerlerdir. O nedenle en çok yılgı-terör ile ayrılıkçılık da bu kesimdedir.

Biz Avrupa’nın 2 katı çoğalıyoruz. Bizde kişi başına yıllık ortalama düşen gelir 7 bin 500 dolar iken Avrupa ortalaması ise 35 bin dolardır.

Biz de her il, her kette sürekli, yeni doğanlar için yeni yapılar yapılırken, batı ülkelerinde çoğun-nüfus artmadığından para yeni üretimevleri ile işletmelerin açılmasına yönlendirilmektedir. Bu durumda, batı sanayileşirken, işçi iş bulurken, Türkiye tüm birikimlerini hiçbir işe yaramayan yapılaşmayla tüketmektedir. Böyle giderse bu ülke nasıl gelişir?

Kilit nokta burasıdır.

Kişi ne ölçüde çoğalırsa, o ölçüde yoksullaşır. 3 milyon Suriyelinin de Türkiye’ye katılması yoksullaşmayı daha da hızlandıracaktır.

Çoğun-nüfus arttıkça, yapılaşma kamçılaşır. Birikimlerin yapılaşmaya yönlenmesi ise üretim yatırımlarını kısıtlayacağından yoksulluk ile bağımlılık da ivdirilir. Yapılaşma yatırımları, üretime yönelik işçi sınıfının oluşmasını engeller. İşçi sınıfı olmayınca da elerkil-demokratik yönetim ile toplumsal doku oluşamaz.

Özetle; Türkiye’de kentleri iyileştirerek dönüştürmenin biricik yolu; yerinde eğitimi arttırma, güvenlik ile toplumsal barışı sağlama, göç ile çoğun-nüfus artışını düşürme, yapılaşma hızını düşürme, yatırımların sanayi alanına yönlendirilmesidir. Bunlar gerçekleşirse kalkınma kendiliğinden gelecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar