Türkiye’nin zor tercihi

Bu aralar Sam Amca ile ilişkilerimiz pek iyi değil. Geçmişte de ilişkilerimizin iyi olmadığı zamanlar oldu ancak sanki bu sefer kriz sandığımızdan daha derin. Anlaşmazlık konularını başlıklar halinde alt alta yazmaya ve her birine ilişkin birkaç kelam etmeye kalksak köşeyi doldurur. Yine de aklımıza gelen başlıkları bir sıralayalım isterseniz; Fetullah Gülen’in iadesi meselesi, Halkbank, S-400 ve F-35 krizleri, Suriye politikası ve Kürt siyaseti ile ilgili anlaşmazlıklar vs.

Ve tabi en sonuncusu ve en güncel olanı; Rahip Brunson mevzusu. Her ne kadar “Bağımsız Türk Mahkemeleri” tutuklu bulanan rahibin tutukluluğunu ev hapsine çevirdiyse de Sam Amca bu adımı yetersiz buldu ve Başkan Yardımcısı Pence “Rahip serbest bırakılana kadar yaptırım uygulamaya hazırız” dedi. Anlaşılan o ki Amerika rahip meselesini büyütmeye devam edecek.

Peki neden? Ne oldu da Amerika ile ilişkiler bu noktaya geldi. Aslında sorun yukarıda başlıklarına değindiğimiz konulardan çok daha ötede ve çok daha derinde. Bu başlıkların hepsi sadece birer sonuç, ABD ile yaşadığımız derin güvensizliğin sonucu…

Amerika ve genel olarak da Batı dünyası için Türkiye’ye ilişkin temel sorun, Türkiye’nin hızla muhafazakârlaşması, başta demokrasi ve seküler hayat olmak üzere Batı değerlerinden uzaklaşması ve her geçen gün sıradan bir Ortadoğu ülkesi olmaya doğru ilerlemesidir. Çünkü bir siyasi tercih ve proje olarak başlayan ılımlı İslam, hızla siyasal İslam’a evrilmişti. Bunu destekleyen Batı, işin giderek kontrolden çıktığını, Türkiye’nin hızla savrulduğunu ve durumun ülkede güçlü bir Batı karşıtlığına dönüştüğünü fark ettiğinde ise biraz geç kalmıştı.

Ülkedeki demokrasi geleneği hızla aşındırıldığında, birkaç küçük itiraz dışında durumu sadece izleyen Batı, giderek otoriter-totaliter hatta zaman zaman faşizan yaklaşımlar hâkim olmaya başladığında ise eleştiri dozunu arttırmaktan başka elinden bir şey gelmeyecekti.

Bu yeni siyasal yaklaşımın elbette dış politika açısından da sonuçları olacaktı. Suriye politikasında ve daha özel olarak Kürt meselesindeki ayrılıklar, Türkiye’nin hızla İran-Rusya eksenine doğru kaymasına neden olmuştu. Sonuç olarak, Rusya ile bu yakınlaşma ve Türkiye’nin artan güvenlik ihtiyacı, savunma sanayinde de işbirliklerini beraberinde getirmiş, Türkiye’nin NATO ittifakı içinde yeri bile sorgulanır hale gelmiştir.

Ancak turpun büyüğü heybede... Önümüzdeki dönem Sam Amca ile ilişkilerimizi belirleyecek ve dolaylı olarak Türkiye’deki siyaset açısından önemli bir parametre İran konusu olacaktır. ABD, İsrail’in de bastırmasıyla İran’ı hedef tahtasına oturtmuştur. Nükleer anlaşmadan vazgeçilmesi sonrasında ekonomik yaptırımlarla başlayan süreç, bir müddet sonra bir sıcak çatışmaya dönüşme ihtimalini bünyesinde barındırmaktadır.

İsrail’in güvenliği meselesi ve bölgede İran’ın etkisinin kırılması çerçevesinde oluşturulan politikalar, Türkiye’yi de hızla bir karar verme noktasına doğru götürmektedir. Takip ettiğiniz üzere en son İran’a karşı, Körfez Ülkeleri ile içinde Ürdün ve Mısır’ın da olduğu Arap ülkelerinden oluşan bir “Arap NATO’su” kurulması fikri ortaya atıldı.

As cümle, Ortadoğu’da saflar hızla belirginleşiyor. Bir yanda başını İsrail, Mısır ve Suudi Arabistan ve onların sürüklediği Arap ülkelerinden oluşan bir blok; diğer taraftan ise İran ve onun kontrolündeki Irak ile Esad’ın içinde olduğu diğer blok. Bazı kaygıları olsa da Rusya bu ikinci blokun bir tık arkasında duruyor.

Peki, Türkiye ne yapacak? Yol ayrımı hızla yaklaşıyor. Elbette yakın zamanda bir tercih yapmak zorunda kalacak. Bu tercih, Sam Amca’nın istemediği bir tercih olursa asıl kıyamet o zaman kopacak. İzleyelim görelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar