Türklerin Dünya Sineması ile imtihanı

Dünyaya açılan ilk sinemacımız Muhsin Ertuğrul’du. Uzun yıllar sonra Tuncel Kurtiz İsveç’de Gül Hasan’ı çekti. Onu Yılmaz Güney ve Şerif Gören izledi. Şimdi sıra yeni nesilde...

Sinema yönetmenlerimizin yurtdışı maceraları hakkında elimizde bilimsel araştırmalar yok. Ben bu yazıda, başvurduğum Alman ve Rus film arşivlerinden edindiğim kısıtlı bilgileri sizlerle paylaşacağım.

Ne yazık ki, dünya film tarihi yazılırken Türkler hep ‘unutulmuş’! Dünyanın en önemli kişi temelli sinema retrospektifi kabul edilen James Monaco’nun ‘Encyclopedia of Film’, ne Muhsin Ertuğrul’a ve ne de Berlin Altın Ayı ödüllü Metin Erksan’a yer vermiş, örneğin.

Darülbedayi’den sinemaya
Yurtdışında film çeken ilk Türk’ün Muhsin Ertuğrul olduğunu hepimiz biliriz. Türk tiyatrosunun ve sinemasının önder isimlerinden Muhsin Ertuğrul Saray’dan kopardığı izinle Paris ve Berlin’de sinema ve tiyatro araştırmaları yaptı. Daha sonra Berlin’e tekrar dönen Ertuğrul burada sinema filmlerinde roller aldı.

Ernst Reicher’in yönetmenliğini yaptığı ‘Die Fürstin von Beranien’ (1918) adlı, saray entrikaları üzerine kurulu bir filmde üstelik başrol oyuncusuydu!

Ardından, bir kereste tüccarının oğlunun mali yardımları ile Stambul Film şirketini kurarak, kendi filmlerini yönetmeye başladı. ‘Samson, sein eigener Mörder’ (Kendini öldüren Samson) Muhsin Ertuğrul’un Berlin’de yönettiği ilk filmdi.

Margit Barnay, Ilse Wilke ve Robert Scholz ile birlikte başrolleri de paylaşan Ertuğrul’un Türkiye dışında, yazdığı, yönettiği ve yapımcılığını yaptığı ilk film olan ‘Samson’ aynı zamanda bir Türk yönetmenin şansını ülke dışında aradığı ilk film olma özelliğine de sahipti.

Berlin’de beğenildi ama...

Darülbedayi defterine “Ertuğrul Muhsin harekât-ı serkeşânelerinden dolayı Darülbedayi’den ihraç edilmiştir.” şeklinde kayıt düşerken, 25 yaşındaki genç ve yeni ufuklara aç sanatçı Berlin sinema çevrelerinin dikkatini çekmeyi başarmıştı bile!

Ertuğrul’un Almanya’da gösterime giren filminin beğenilmesi, ona yeni iş olanakları da yarattı. Stuart Webb film şirketi 2 film teklifi ile geldi. ‘Das Fest der schwarzen Tulpe’ (Siyah Lale Bayramı) ve ‘Die Teufelsanbeter’ (Şeytana Tapanlar).

Moskova’da film çekti
Ve Muhsin Ertuğrul her sanatçının başına gelebilecek ihaneti de gene bu filmlerle yaşadı. Bir zamanlar Almanya’nın çoksatan yazarı Karl May’ın sevgilisi ve asistanı da olan, Stettin’li bir çimento fabrikatörünün kızı Marie Luise Droop, her iki filmi de kendi adına kayıt ettiriyordu!

Hoş, fabrikatörün kızı Muhsin Ertuğrul ülkesine döndükten sonra tek bir film dahi çekemedi, ama ne gam!

Muhsin Ertuğrul’u yaklaşık 10 yıl sonra, bu kez Moskova’da film çekerken görüyoruz. Sovyet Devrimi’nden sonra kurulan Goskino Ertuğrul’a yönetmenlik teklif eder ve ilk film ortaya çıkar: Tamilla (1925). Ardından, işçi şuraları devletinin ruhuna uygun bir film gelir: Sparkatüs (1926).

Muhsin Ertuğrul’dan sonra Tuncel Kurtiz


1963’de Berlin Film Festivali’nde Susuz Yaz’ın ilk gösteriminin gerçekleşmesi ve yarışmada Altın Ayı kazanmasına kadar, sinemacılarımızı kendi kabuğuna çekilmiş olarak görürüz. Gerçi, Metin Erksan da, Berlin’de yakaladığı başarıyı yurt dışında devam ettirmek gibi bir kaygı taşımamıştır.

Sinemacılarımızın ülke dışında taşarak yabancı yapımlara imza atmaları için 1979 yılını ve Tuncel Kurtiz’i beklemek gerekecekti.

Kurtiz, tam da ironi denilebilecek bir senaryo ile, Avrupa’da çalışan Türk işçileri filmde oynatma vaadi ile dolandıran bir şebekenin hikâyesini anlattığı ‘Gül Hasan’ filmini İsveç’te çekecekti.

Türkçe, İsveççe ve İngilizce diyaloglarla yürüyen film, çok dilli yapısıyla da özel ilgiyi hak ediyordu.

Aynı yıl, Yılmaz Güney’in sinemamıza kazandırdığı Şerif Gören de, Berlin’de ‘Almanya Acı Vatan’ filmini çeker. Gören 10 yıl sonra Berlin’de bu kez Kemal Sunal ile ‘Polizei’ filmini çeker. Ancak, bu filmlerin yapımcıları hep Türkiye’deki şirketlerdir.

Aynı şekilde, yurtdışında yaşayan Muammer Özer, Tevfik Başer vd. Türk yönetmenlerin filmlerini de bu değerlendirme içerisinde ele alamayız. Çünkü, bu yönetmenlerini neredeyse hepsi, yurtdışında yaşamalarına rağmen asıl ilgi odakları her zaman Türkiye hikâyeleri olmuştur.

Türk yönetmenler Hollywood kapılarında!


Türk yönetmenlerin Muhsin Ertuğrul’dan sonra yurtdışında film çekme imkânı yaratmaları şimdilerde yeniden gündemde. Genç kuşak korku sineması temsilcileri şanslarını yurt dışında da zorlamaya başladılar.

Hasan Karacadağ ‘Dabbe’ serisi ile korku sineması sevenler arasında açık ara en popüler yönetmen olarak tanınıyor. Karacadağ Hollywood’da kendisine yer arayacağı ‘Magi’ filmini çekimlere hazır hale getirmekle uğraşıyor.

Korku sinemasının sınavı
Korku sinemasına Türkiye’nin katkısının ‘cinler’ olacağı neredeyse kesin gibi. Woodoo, ruhlar âlemi, mezarlık hikâyeleri vs. gibi konular yanında hristiyanlık üzerinden mesajlar içeren korku sinemasına karşılık yepyeni bir ‘yaratık’ türü olarak cinlerin ülke dışında da ilgi çektiği kesin.

Bu yıl ‘Mihrez: Cin Padişahı’ filmi ile en çok izlenen korku filmi ünvanını halen koruyan Doğa Can Anafarta ise, kendisini yurtdışında film çekmek konusunda daha yetersiz görüyor.

Aynı şekilde, Murat Toktamışoğlu (Şeytan-ı Racim), Erdinç Kazımoğlu (Azem:Cin Garezi), Alper Mestçi (Siccin) de yurtdışında film çekmek arayışındaki yönetmenler.

Korku sineması türünde yönetmenlerimiz dünya çapında dikkati çekecek özgün bir tema başlığı yakalamış gibi görünüyor.

Umarım, Hasan Karacadağ’ın ardından pek çok yönetmene de bu kapılar açılır.

Önceki ve Sonraki Yazılar