Umut!

Cam fanusta kalmış bir sinek gibi bir o duvara bir bu duvara çarpıp duruyorum. Çıkış yolu arıyorum, bulamıyorum. Nefessiz kalıp sanki boğulur gibi oluyorum… Aydınlık, sıcacık bir güneş doğsun istiyorum toprağımın, havamın, suyumun kısacası memleketimin üstüne. Nefes almak istiyorum yurdumun her bir köşesinde.

Huzur olsun kardeşlik olsun istiyorum. Ayrılık gayrılık olmasın istemiyorum. Sokakta yürürken, parkta otururken hiç tanımadığım birine merhaba demek istiyorum. Ahbap olmak istiyorum “insan” kardeşimle…

Sahilde kumda yalınayak çılgınca yürümek hatta avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. Kâh bir kayıkçı teknesiyle sere serpe dalgalara meydan okumak kâh alıp başımı sessiz bir kıyı kasabasına yerleşmek istiyorum. Çabuk mu pes ettim yoksa hayatın kendisi mi bu? Bilemiyorum…

Bir düşünün altmışlı, yetmişli hatta ve hatta seksenli, doksanlı yılları… Bir zaman makinesi olsa o yıllara dönmek ister miydiniz? Düşünsenize taştan topraktan yapılmış bir köy evinin içinde yanan cılız bir gaz lambası eşliğinde sevdiklerinizle, dostlarınızla sohbet ettiğinizi… Düşünsenize eski bir antika radyodan ya da taş plaktan şarkı, türkü dinlediğinizi… Düşünsenize bir tas ayranı bir parça ekmeği ve bir kuru soğanı huzur içinde yediğinizi… Düşünsenize, yemyeşil kırlarda, bayırlarda uzun uzadıya yürüdüğünüzü… Her tarafı yemyeşil ovaları ve rengârenk çiçekli dağları düşünün. Bekçi düdüklerinden köşe bucak kaçan ahaliyi ya da seher vakti kapısının önünü temizleyen köy kahvehanecisini düşünün. Bir dağ köyünde gün doğumundaki toprak kokusunu ya da Ilık bir sabah rüzgârının ortalığa yaydığı iğde ağacının kokusunu düşünün… Ne güzel değil mi?

Güzeli yaşayabilmek, eskiyi ise sadece düşünebilmek ve anabilmek. Çevreme bakıyorum da, orta yaş ve üstü grupta sanki geçmişe bir özlem var. Çünkü ilişkilerimiz, sohbetlerimiz gülüşmelerimiz, arkadaşlıklarımız, dostluklarımız, aşklarımız artık eskisi gibi samimi ve çıkarsız yaşanmıyor. Ve eski tadı yok sevmenin sevilmenin… Ne o eski komşuluklar kaldı ne de mahallede top oynayan, ip atlayan çocuklar…

Samimiyet kalmadı her şey sahte her şey göstermelik oldu bu hayatta. Ve her yanımız rol kapma peşinde insanlar, tıpkı palyaço gibi surattan surata, kılıktan kılığa girenlerle dolu. Bütün değerlerimizi iyiye güzele dair ne varsa el birliği ile kaldırıp attık tarihin dipsiz kuyularına. Dönüşümsüz kâğıt yaptık belleğimizi, yırtıp attık tarihin çöp kutusuna. Ve birbirimize düşman, yan gözle bakar olduk. Kin, öfke, şiddet rüzgârlarının estiği bir toplum olduk artık.

Oysa bu topraklarda hayat buldum bu topraklarda kök saldım bu topraklarda yeşerdim ben. Sırtımı bu dağlara yasladım, bu nehirlerde coşturdum yüreğimi, bu rüzgârlarda savruldum bu güneşle ısındım ve bu yağmurlarla ıslandım ben… Böyle olmamalı bu memleket bu insanlar.

Ama her şeye rağmen belki doğacak bir haziran güneşiyle, yine de umudumu yitirmiyorum. Bu topraklarda bu kırlarda bu dağlarda bu bayırlarda özgürce, huzur içinde kardeşçe yaşamak istiyorum. Bilmiyorum ama çok mu şey istiyorum?

Önceki ve Sonraki Yazılar