Kanlı ayna

Diyarbakır'da bir avukat sokak ortasında öldürüldü.

Faili meçhul bir mermi, faili meçhul öykülerin inatçı avukatını, Tahir Elçi'yi bir kan gölünün ortasında bıraktı.

Elde 43 delil var. Bunlardan biri betona çarparak deforme olmuş bir mermi çekirdeği.

Betona çarparak deforme olan aslında o mermi çekirdeği değil, bozulan, eğrilen, tanınmaz hale gelen koca bir ülke, koca bir coğrafya...

O coğrafyanın şiddet sarmalında burulan insanları, vicdanları, adaleti...

Zırhlı araçların arkasında sürüklenen cesetlerin gururla paylaşılan videoları.

Mustafa Kemal 81 yıl önce bu ülkeyi işgal etmek için gelmiş, bu ülke askerlerinin, bizzat kumanda ettiği Mehmetçiklerin kanını dökmüş düşman askerlerinin mezarı başında başka türlü cümleler kurmuştu.

“Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar!” diyordu.

“Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız.”

Sonra onların annelerine seslenmişti:

“Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır.”

Mustafa Kemal'den 81 yıl sonra, polisin attığı gaz fişeğiyle ölen çocukların annelerini, bizzat çocukları yuhalatan, bu ülkenin vatandaşları olan yasadışı örgüt militanlarına “leş” diyebilen bir ülke...

Cinayet, artık sadece ülkenin batısında, büyük şehirlerde görülen bir vahşet gibi...

Doğu'da bir insanın canına kastedilmesi cinayet değil, başka bir şey.

Çünkü “terör” ve “terörle mücadele” diye bir parantez açınca, hiç kimse bir şey sormaya gerek duymuyor.

Hayatın üzerine koca bir örtü atılıyor...

Olup bitenlere uzaktan biletsiz, koltuksuz bir gösteriyi izler gibi bakıyoruz.

Gazeteleri, televizyon haberlerini, internet medyasında paylaşılan fotoğrafları, videoları bir heykel müzesini dolaşır gibi dolaşıyoruz.

Az sonra anonsları, flaşlar, jenerikler...

Film seyreder gibi.

Avukatın bu dünyadaki son görüntüleri beliriyor...

Sur'da bir sokakta, tarihi minarenin dört dini simgeleyen ayaklarının önünde, silahların patladığı yere, sokağın girişine doğru bakıyor. Yüzünde endişe, ne olduğunu anlamaya çalışıyor.

Silahlı iki adam hızla koşuyor, bir tarafta tabancalarını çeken polisler, diğer tarafta “hendekte” silahla bekleyenler...

Bilmiyor, birkaç saniye sonra ölecek...

İzlerken biz biliyoruz...

İki polis memurunun durumu da farklı değil...

Bir taksi yavaşlıyor, birkaç genç adam taksiye doğru telaşlı adımlarla yürüyor...

Güneşli bir günde, Diyarbakır'ın cıvıl cıvıl bir caddesinde, taze mandalinayla dolu bir pazar arabasının yanından geçiyorlar.

Kısa ömürlerinin en son adımları olduğunu bilmeden...

Üç... iki.. bir...

Biz biliyoruz, birkaç saniye sonra silahlar patlayacak ve ölecekler...

İki polisin mermilerle nasıl can verdiğini, nasıl yere yıkıldıklarını Mobese görüntülerinden izliyoruz.

Medya, mobese görüntüleriyle tanrılara ait bir gücü, “her yerde” ve “her anda” olabilme yetisini insanların önüne seriyor.

Öyle zannediyoruz.

Oysa çok çirkin bir şeye, insan kalbinin, vicdanının kabul etmeyeceği bir şeye hem tanık oluyor, hem de onun parçası haline geliyoruz.

Ekrandaki insanlar vücutlarına giren mermilerle, damarları parçalanarak, kanayarak son nefeslerini veriyorlar.

Videoyu durdurmakla, izlememekle ölümü durduramayacağınızı bilmek sadece bir avuntu.

Gösteriyi sonuna kadar, saniye saniye izliyoruz.

Avukat birkaç hafta önce ekranlarda, tıpkı bir arenada aslanların önüne atılan köleler gibi saldırıya uğramıştı. Düşüncelerini söylediği anda başladı her şey.

Çoktan Roma'nın arenalarına dönmüş tartışma programında, nerdeyse bütün ülkede aşağıya dönen baş parmaklarla ölüm emri sessizce verildi.

Sonra yakalama, tutuklama kararları...

Yüz çiçek solsun, bin fikir çürüsün.

Gösteri Diyarbakır Sur'da o sokağa kadar sürdü.

Avukattan geriye pek çok soru işareti kaldı.

Ve giderek büyüyen bir kan gölü.

Düz zeminde büyüyen koyu kırmızı bir ayna gibi...

Uzanıp bakanların, cinayeti seyredenlerin suretini olduğu gibi yansıtan kanlı bir ayna...

Gerçeği kan gölünden daha iyi ne gösterebilir ki?

Önceki ve Sonraki Yazılar