Yar bize bir Paradigma!

Yarından itibaren, gazetelerin / haber bültenlerinin ilk maddesi “koalisyon görüşmelerinin ilk turu” olacak.

Bu ilk turda herhangi bir adım atılmayacağı, bizzat liderler tarafından açıklandığı halde görüşmeler “SICAK GELİŞME” diye ekranlara taşınacak.

Serdar Turgut’un HaberTürk’teki köşesinde “en acısız ölüm yöntemi” diye tarif ettiği üzere, “koalisyon senaryolarını dinleyerek uyuşacak ve hayattan kopacağız”!

İtiraf etmeliyim, Halk TV’deki 'Medya Mahallesi' programında ben de buna benzer bir şeyler yapacağım. Turları ne kadar ciddiye almasam… Ya da şimdiden bir şey öngörmenin mümkün olmadığını düşünsem de.. Konuşacağım.. Soracağım..

Koalisyon arayışları.. Türkiye’nin hükümetsiz kalması.. Şu ya da bu partilerin ortaklaşması.. Vs. vs. Elbette önemli. Elbette konuşulmayı hak ediyor.

Ancak, bu arada / yanı sıra / ve mutlaka “yol haritamızın” da konuşulması gerekiyor.

Diyelim ki, AKP, Saray’a rağmen CHP ile anlaşıp koalisyon kurdu.. Ya da diyelim ki AKP-MHP formülü işledi.. Veya erken seçime gideceğiz..

İçinde bulunduğumuz “yıkım süreci” açısından ne ifade edecek?

Yani, RTE’nin Türkiye’de açtığı yarayı nasıl temizleyebileceğiz? Pansuman yapmanın yetmeyeceğini, bir süre sonra o yaranın kangrene dönüşeceğini görmeyecek miyiz?

Zaten şu anda görmüyor muyuz?

Türkiye’de, son 15 yılda çok şey değişti. Hem de temelinden değişti.

* AKP / RTE ülkeye kendi sistemini dayattı. Neydi o sistem? Alaturka Ilımlı İslam modelini yerleştirebilmek.. Yolsuzluğu olağan hale getirmek.. Din kampanyası görünümünde cehaleti derinleştirmek..

* HDP de, kendi hedefini dayattı. Dağdan şehirlere inerek, silahlı mücadele yerine siyasi kavgayı seçerek ve bu kavgayı sokaklara taşıyarak sıçrama yaptı. Ve bana sorarsanız, AKP’den de bağımsız bir “süreç” başlattı. 2015 seçimleriyle de bu süreci “Türkiyelileşme” adı altında yeni bir rotaya soktu.

*MHP ise, yeni bir sistem önermese de “milliyetçi / müslüman” sloganını muhafaza ederek… Hatta derinleştirerek bugüne geldi.

*CHP’ye gelince.. Başarıyı “oyunu korumak”tan öteye götüremedi. Sıçrayamadı! Oysa CHP’nin “yıkım sürecini” tersine çevirmek gibi hayati bir misyonu var. Olmalı.

Mesele sadece yoksulların alım gücünü bir çıt yükseltmekten ibaret değil. Asgari ücret 1500 lira olunca yoksullar kurtulmayacak. Cehaletin önü alınamayacak. Ilımlı İslam rüyasının hegemonyası önlenemeyecek. Yüzeysel çözümler Cumhuriyet’i kurtaramayacak.

Peki, ne yapmalı! Yaklaşık bir yıl önce.. Nisan 2015’te yazdığım bir yazıyı (en azından bir bölümünü) tekrarlamak istiyorum. Ve o yazıda belirttiğim gibi “BU ÜLKEYE BİR PARADİGMA LAZIM” diyorum.

***

Erdoğan, 28 Şubat gerilimi ve 2001 krizinin evlâdı. Ebesi, küresel iktidar. Beşiği de, küresel iktidarın bölgeyi dizayn edebilmek için hazırladığı Büyük Ortadoğu Projesi.
Yani, Erdoğan lider olarak doğmadı. Liderlik için seçildi. O da, doğrusu işin hakkını verdi.

Ancak başarısında, bu konjonktür ve Erdoğan'ın hitabeti vs. diye göklere çıkartılan karizmasından çok, bambaşka bir neden öne çıktı.

Erdoğan ve arkasındaki destekçileri, bu memlekete bir “paradigma” sundu.

Paradigma “iktidardaki gücün doktrini” diye özetlenebilir. Ancak, bu seçim beyannamesi / parti programı gibi dar çerçevelerin çok üstünde bir anlam taşır. Hatta, yeni bir “toplumsal sözleşme” diye yorumlamak bile mümkündür.

Atatürk, bu ülkeye yeni bir paradigma sunan ilk liderdir. O toplumsal sözleşmenin üzerinde CUMHURİYET yazar.

Erdoğan ve radikal İslamcı akımların, işgal altındaki toprakları kurtaran Gazi Mustafa Kemal'den övgüyle söz etmesi.. Ama Atatürk'ten nefret etmeleri bu yüzdendir. Cumhuriyet paradigması yüzündendir. Atatürk'ün, Cumhuriyet'i ilân eden liderin ismi, dolayısıyla Cumhuriyet'in simgesi olmasındandır.

Sonraki siyasi yolculuğumuzda, buna en yakın örnek Ecevit oldu. O da, tümüyle bir değişim getiremedi belki.. Ancak “toprak işleyenin su kullananın” sloganıyla “yoksulu iktidar ortağı” yapmayı önerdi.

Ve Erdoğan. O da yepyeni bir öneri / toplumsal sözleşme / paradigma ile sahneye çıktı. Cumhuriyet'i tasfiye edip, yerine siyasi (ılımlı) İslâm'ın hakim olacağı bir rejim getireceğini bildirdi. Bu önermeyi, “eski güzel günlerdeki gibi bölge abiliği” vaadiyle besledi.

Türkiye'nin, yoksulluğu cennet hayalleriyle aşmaya çalışan milyonlarca insanı da, bu vaadi bir kurtuluş gibi gördü. Çerçeve tamamlandı.

CHP ise Türkiye'ye yeni bir paradigma önermiyor. Solda, sağda, İslâmcı, cumhuriyetçi, sosyalist ya da bambaşka bir sözleşme sunmuyor. Erdoğan ile sistem içinde hesaplaşıp mücadele etmeye çalışıyor. Söylemi de projeleri ve kampanyaları da hep bu yönde. Oysa, o sistem, yani iktidarın doktrini değişti.

Bu kavşakta, yeni şeyler söylemek yetmez. Yeni kampanyalar, cici projeler falan artık sökmez. Bu ülkeye yepyeni bir sözleşme vaat etmeniz lâzım.”

***

Yazıyı, yerel seçimler sonrasında yazmıştım. Üzerinden bir yıl geçti. Erken seçim sonrasında ve koalisyon arayışları arifesinde tekrarlamak istedim.

Zira..

Memleketi hükümetsiz bırakmamak.. İktidarda olup “en azından bazı şeyleri değiştirmek” adına elinizi taşın altına sokabilirsiniz. Ama şunu unutmayın: CHP, Cumhuriyet’in kurucu partisi.. AKP ise Cumhuriyet’i tasfiye etmeye çalışan parti.. Bu ortaklık, kısa vadede olumlu bir fotoğraf sunsa da uzun vadede “Cumhuriyet’in kurucu partisini erozyona uğratacaktır”.

Yani, özetle şunu öneriyorum: CHP, böyle bir ortaklıkta yer almama cesaretini göstermeli. Gerekirse erken seçimi göze almalı. ANCAK.. Erken ya da zamanında, bundan sonra herhangi bir seçime giderken Türkiye’ye YEPYENİ BİR PARADİGMA SUNMALI.

Türkiye’nin ve toplumun nasıl bir değişime uğradığını / uğratıldığını görmeli. Bu değişimi, eğer kendisi yeni bir toplumsal sözleşme ile uygarlık yoluna döndüremezse ne kadar büyük bir yıkım yaşayacağımızı anlamalı.

Sistem ERROR veriyor hanımlar beyler. Alarm zilleri avaz avaz bağırırken “kulaklık” takmaktan daha öteye.. Çok çok daha öteye bir şeyler yapılması gerekiyor.

Mars’ta bir antropolog

Kitaplarını yutar gibi okuduğum Oliver Sacks’ın bir öyküsü, bu adı taşır. Beynin gizemleriyle meşgul bir bilim adamı olan Sacks, o öyküde otizmli bir kadını anlatır.

Tanım da aslında, o kadına aittir. Otizmli kadın kendisini “Mars’ta bir antropolog gibi” diye tanımlar. Yani, o gezegenin canlılarıyla bir aradadır. Ve işi, onları araştırmaktır. Ancak Marslıları ve hissettiklerini asla anlayamaz, kavrayamaz.

Benzetme belki aşırı oldu ama, önceki gece kendimi biraz böyle hissettim.

Fenerbahçe’nin yeni hocası Pereira ile tanışma ve sohbet için bir grup gazeteciyle birlikte, Topuk Yaylası’ndaki tesislere davet edildim.

Spor muhabiri değilim.. Fenerbahçeli değilim.. Nani salona girdiği zaman yaşanan heyecanı anlayamayacak kadar meselenin uzağındayım.. Kısacası Mars’ta bir antropolog durumundayım!

Yine de gecenin sonunda “iyi ki gitmişim” dedim. Zira, Aziz Yıldırım, Mahmut Uslu, Celal Doğan, Önder Fırat gibi az çok tanıdığım isimlerle bir arada olma fırsatı yakaladım. Hem de “bir Avrupalı ile tanışma” şansı buldum.

Avrupalı, Fener’in yeni hocası Portekizli Pereira..

İki saate yakın bir süre soruları yanıtladı. Ve bu sürenin sonunda şöyle bir fotoğraf çizdi:
“Fenerbahçe Avrupa’da başarıya ulaşacak mı? Türkiye’de şampiyonluk ve hatta iki kupa vaat ediyor musunuz?” ve benzeri sorulara hep aynı yanıtı verdi.

“Ben kahin değilim” dedi.

Kahin değildi, geleceği göremezdi. Ama “ne yapması gerektiğini” biliyordu. Çalışmak, çalışmak, çalışmak..

Bunu da BİR TAKIM OLARAK yapmak.

Takım olmaya verdiği önemi, futbolculara ilişkin yanıtlarında da gösterdi. Örneğin Volkan’ı sordular.

“Ben hiçbir oyuncumu tek tek konuşmam. Bu, öbürlerine haksızlık olur. Benim için zaten TAKIM vardır. Bana oyuncularımı sormayın”
dedi.

Mars’ta olduğum için, spor yazarlarının bu sohbetten keyif alıp almadığını anlayamadım.

Öyle ya, ne “şampiyon olacağız” deyip coşturdu.. Ne de Volkan veya başka bir oyuncu hakkında “malzeme” olabilecek bir ipucu verdi.

Ama ben, kendi adıma çok keyif aldım. Yerin elverdiğince birkaç örnekle yetinebildiğim yanıtlarını, yorumlarını dinlerken spor dünyasından medyaya, siyaset sahnesinden sanata yüzler gelip geçti gözümün önünden..

“Çalışmanın alay ve hatta ceza konusu olduğu”
ülkemi düşündüm.

Mars’a geri döndüm!

HEP 19!

Evladımız Ali İsmail, ölümünün ikinci yılında anıldı. Sosyal medya, yıldönümünde onu unutmadığını gösterdi.

En kısa ama en anlamlı mesajı ise Necat İşler verdi: “O hep 19.. Katil yar-gı-la-na-cak..”

Önceki ve Sonraki Yazılar